PİR-İ TÜRKİSTAN; AHMED YESEVİ… Mart 6, 2012 Yıllar süren seyahatlerden derviş belki döner, belki dönmez. tıpkı kuşlar gibi yıllarca kanat çırptıktan sonra, gün olur yorulurlar ve nerede nefesleri tükenirse orada kalıverirler… her nefsin ölümlü olduğu düşüncesinin derviş kıyafetlerindeki tezahürü, kefen ölçüsündeki bir bezden yapılan sarıktadır. ölümlerini başlarında taşıyan dervişlerin upuzun sarıkları açılır ve bu sarık dervişin kefeni olur… işte bu kadar yalındır hayat. Horasan Erenleri’nden ve Hoca Ahmed Yesevi’nin talebelerinden “BURSA’NIN FETHİ…KIRKLAR…HORASAN’LI ERENLER…” başlıklı yazımızda bahsetmiştik. https://tarihturklerdebaslar.wordpress.com/2011/12/11/bursanin-fethi-kirklar-horasanli-erenler/ İşte Anadolu’nun bir Türk Yurdu olmasını mümkün kılan en önemli unsurlardan biri olan bu dervişlerimizin büyük piri’dir HOCA AHMED YESEVİ… —alıntı— yapılan sınırlı ve yetersiz incelemelerin bize ulaştırdığı bilgiler ışığında ahmed-i yesevî karakteriyle ilgili olarak söylenebilecek ilk şey bu tarihi ve dinî şahsın iki şekilli bir algılanışa sahip olduğudur. özellikle değiştirilmiş ve başkaları tarafından oldukça farklı eklemelere tabii tutulmuş divan-ı hikmet’ten öğrenilecek ve çok daha menkıvebi bilgiler ve kişiliklerle tanıtılan hace ahmed-i yesevî ve daha gerçeğe yakınsayan bir diğer ahmed-i yesevî. bu ikili ayrıma geçmeden önce ahmed-i yesevî’nin öneminin ne olduğu anlamakta fayda var. genel itibariyle türk halk sûfilik geleneği, coğrafi ve kronolojik safhaları yansıtan üç evliya veya sûfî zümresinden bahseder; i. türkistan erenleri ii. horasan erenleri iii. rum (anadolu) erenleri bu üç zümrenin ortaklaşa kaynaklandığı yer ise daha çok horasan melâmetiyyesidir.* türkistan erenleri, ahmed-i yesevî tarafından başlatılan ve erken türk sûfi geleneğidir. rum erenleri ise anadolu topraklarında esas olarak kaynağını iran sûfîliğinden almış ve mevlana, hacı bektaş ve yunus emre tarafından temsil ve teşekkül edilmiş ve aslında türkistan ve horasan sûfiliklerinin bir sentezini teşkil eden anadolu erenliğidir. bu bakımdan özellikle islamlığın türkistan’da vuku bulmasının ilk ve temel sebebinin ahmed-i yesevî olduğunu söylemeliyiz. abartmadan diyebiliriz ki bugün türkistan topraklarında beğenilse de eleştirilse de ya da olması gereken budur gibi yakıştırmalara maruz kalsa da mevcut olan müslümanlığın var olmasının nedeni için ahmed-i yesevî’yi gösterebiliriz. ahmed-i yesevî’nin ne yapıp ne yapmadığından bahsetmeden önce bu şahsın ilhamından bahsetmek şart. ahmed allahın azap ve gazabından korkmaya dayalı bir tasavvuf yerine ilahi aşk ve cezbenin var olduğu, bu sebeple de hoşgörü ve insan sevgisine ağrılık veren ve her türlü benlik duygusunu kınayan horasan melâmetiyyesine mensup bir tasavvuf anlayışı benimser. ve bu benimseyişini de göçebe-yarı göçebe yaşayan o zamanki halka o halkın uzun sürelerdir süregelen geleneksel argümanlarıyla anlatır. bu nedenledir ki ahmed-i yesevî’nin yaptıkları bugün dahi unutulmadan büyük bir hayranlık ve saygıyla anılmaktadır. özellikle vurgulanması gereken şey ise bize belirli zümreler tarafından sürekli ve taraflı bir şekilde dayatılan türklerin islamlığı kolay ve sancısız bir şekilde geçtikleri, çünkü islamlığın türklerin zaten inandıkları inançlarıyla paralellik göstermesi palavrasının inandırıcılıktan uzaklığıdır. bu sav çeşitli vesileler yüzünden vurgulanarak inandırılmaya çalışılmaktadır. oysa gerçeklik türk boylarının hiç de öyle kolayca bir dini kabul etmediğidir. zaten bunun aksini düşünmek özellikle inanılan dine benzeyen bir dine birden bire inanmanın kulağa abes gelmesinden anlaşıldığı üzere ya büyük bir deliliği ya da kasıtlı bir aldatılmanın göstergesidir. işte bu şekilde değerlendirirsek eğer ahmed-i yesevî’nin kişiliğinin neden böylesine büyütüldüğünü anlayabiliriz. şimdi burada bahsedilmesi gereken konu ahmed-i yesevî’nin iki farklı şekilde algılatılan kişilikleri mevzusudur. ahmed-i yesevî mirasını üzerine alan birçok farklı tarikat tarih boyunca var olmuştur. ve var olmayı da sürdürecek gibi görünmektedir. bunların en önemlileri nakşibendîlik ve bektaşiliktir şüphesiz. bektaşilik anadolu coğrafyasını ilgilendirdiği için ondan daha sonra bahsedeceğiz. nakşibendîlik ahmed-i yesevî mirasını oldukça sıkı bir şekilde saklar ve köklerini buraya dayandırır. bugün kaynaklandığımız bir çok yerde aslında bu tarikatın bilgileridir. nakşibendîlik ahmed-i yesevî’yi sünnî bir yapıda tasavvur eder. bugün divan-ı hikmetten ahmed-i yesevî hakkında öğrendiklerimiz aslında nakşibendîliğin kullanmak üzere oluşturduğu ahmed-i yesevî portresinden başka bir şey değildir. 13.yy’da başlayan moğal istilası yüzünden baş gösteren yeni şamanizm rüzgârına karşı islam’ı savunmaya çalışan nakşibendîlik bunun için özellikle şamanizm’den ve diğer etkileşimlerden uzak kalan bir islam öğretisi oluşturmaya çalışmış bunun içinde ortodoks islam’a inancını aşılamıştır. işte bizim de çoğunlukla bildiğimiz ahmed-i yesevî işte bu ortodoks inanç çerçevesinde oluşturulmuş ahmed-i yesevîdir. oysaki bilinmesi gereken ahmed-i yesevî’nin daha çok heterodoks bir inanç sahip olduğudur. hatta ve hatta ahmed-i yesevî için melameti-kalenderi sûfîliğin süsüne bürünmüş islam’ın islam’a öncesi budist-şamanist-maniheist kültürün karışımı bi inancı savunduğu söyleyebiliriz. bunun böyle olmasının nedeni pek tabi ahmed-i’nin seslendiği kitlenin şamanist-budist ve maniheist inançlara tabii olmasından kaynaklandığını belirtmek gerek. bu yüzden ortodoks islam’ın ön görüp önerdiği bir çok yaptırım ahmed-i yesevî’nin iletilerinde ya yoktur ya görmezden gelinmiştir. üstelik bu sentez inancı ahmed-i yesevî halka anlatırken onların süregelen geleneksel yönetemini kullanmıştır. şamanist ayinlerde özel bir yer bulan şiir ve müzik ahmed yesevî’ninin kullandığı bir yöntemdir. yıllardır kullanılan şekillere benzer şekillerde ve yeni bir islam coşkusuyla dile getiren ahmed-i yesevî böylece islamlıkta ilgi çekici bir yere oturmuştur. kısaca söylemek gerekirse, şamanistlere ve maniheistlere onların alışmış oldukları gelenekten doğan hikmet adını verdiği şiirle heterodoks bir islam benimsetmiştir. ne yazık ki bu özelliği daha sonraları onun mirasını sahiplenen yollarca oldukça tahrip edilecektir. özellikle nakşî kaynaklarında ahmed-i yesevî ile sürekli ilişkilendirilen hace yusuf-ı hamedanî , değiştirilmiş olmasına rağmen divan-ı hikmette arslan baba’dan daha az bir yer tutmaktadır. ahmed-i yesevî’nin öğretileriyle oluşturulan yesevîyye tarikatı da değişik kollardan kendine yayılma imkânı buldu. bu yayılış süreci de takip edilerek ahmed-i yesevî kişiliğinin nasıl değişikliklere uğradığı gözlemlenebilir. yesevîliğin çeşitli kollarınca ve çeşitli sebeplerden ötürü yayılış sahasını üçe ayırmak mümkün; i. kazakistan özbekistan kısmen türkmenistan ve tacikistan ve volga boylarını içine orta asya ii. hindistan sahası iii. anadolu sahası ahmet yesevî halifelerinin ve yesevîliğin yayılış alanı genel olarak bu yönlerdedir. maveraünnehir ve fergana vadisinde iyice tutunan yesevîlik, harezm bölgesine oradan da iran sahasına girdi. burada zave şehrinde 12.yy sonlarında kalenderîlikle birleşerek haydarilik tarikatını doğurdu. orta asya’dan böyle bir yol izlerken bir yandan hindistan bir yandan da anadolu istikametinde daha da batıya doğru yayılışını 1218’lerde başlayan moğol istilasıyla birlikte hızlandırdı. bu tarihten sonra yesevî dervişleri hızla meslektaşları olan haydarilerle birlikte, bir taraftan harezm, horasan ve azerbeycan üzerinden anadolu’ya diğer taraftan da hindistan’a sarktılar. tam da burada ahmed-i yesevî’nin doğduğu ve çokça bir şekilde mühimleştiği orta asya sahasında 14.yy’ın ikinci yarısında muhammed bahaü’d-din-i nakşibend tarafından kurulan nakşibendîlik tarikatına kaynaklı edecekti. nakşibendîlikle birlikte moğol istilasıyla gündeme gelen türk-moğol paganizmine karşı bir tepki doğdu. ve bu tepkisini meşrulaştırırken mevcut olan ahmed-i yesevî mirasından ve onun kişiliğinden çokça faydalandı. bu faydalanma esnasında ahmed-i yesevî kişiliği de nakşibendî bir hava alırken divan-ı hikmet’te aynı şekilde nakşibendî esaslarına uyacak şekilde tahrip edildi ve yeni eklemeler, aynı tarzda yazılmış bazı hikmetlerle doldu taştı ve bugüne değin geldi. burada bahsedilmesi gereken bir nokta ise nakşibendîlikten ayri bir yesevîliğin daha olduğudur. nakşibendîlikle birlikte necmüddin kübra’nın kurduğu kübrevîlik tarikatı içinde de ahmed-i yesevî’nin görüşlerinin bir kısmının nüfuz etmiş olduğunu görüyoruz. daha sonra kübrevîliğin bir kolu olan zehebîlik’in ileri gelen şeylerinden abdülvahhab hoca da kendisini ahmed-i yesevî’nin halifelerinden olab zebgi ata’nın halifesi olan sadr ata’ya dayandırmıştı. her ne şekilde olursa olsun ve her ne tarikatta ve yolda olursa olsun kesin olan şey şudur ki; ahmed-i yesevî ve yesevîlik, 15.yy’dan itibaren orta asya türk ülkelerinde ve özellikle de kazakistan’da islamiyet ve halk islamlığının ayrılmaz bir parçasına haline gelmiştir. hind sahasında yesevîliğin yürüyüşünün takibi ne yazık ki kısıtlı bir şekilde yapılmıştır ve kayda değer şeyler söylemek oldukça zordur. bazı seyyahlar haydarî tarikatına mensup dervişlerden bahseder. bundan ilerleyen yıllarda ise yesevîlik hakkında hind sahasında söylenecek sözlerin genellikle nakşibendîliğin yansımaları olduğudur. anadolu’da ise yesevîlik daha çok bektaşilik ve haydarilik bağıntısıyla var olmuştur. 13.yy’da moğol istilaları ile birlikte meydana gelen göçlerle birlikte anadolu’ya adım atan haydarî ve yesevî dervişler ahmed-î yesevi’nin temsilini üstlenmişler ve onunla ilgili meydana gelen sözlü ve yazılı bütün mevcudiyeyeti bu topraklara taşımışlardır. yine de özellikle yine 13.yy’da hacı bektaşî veli’nin başında bulunduğu haydarilik içinde yesevîlik ermiştir. hacı bektaş kültü ise daha sonra 16.yy başlarında bağımsız hale gelmiş ve bektaşilik tarikatını oluşturmuştur. buradan hareketle yesevîliğin 13.yy’da haydarilikle 15.yy’dan sonra ise bektaşîlikle birlikte yayılım imkanı bulduğunu söyleyebiliriz. özellikle bektaşilikle birlikte ve bektaşiliğin içinde rumeli ve balkanlara ulaşmıştır. bunun yanında ise 15.yy’da osmanlı imparatorluğu sınırları içinde nakşibendîliğin girmesiyle birlikte bir de nakşibendi fikriyatına uygun şekilde değişmiş ve sünnîleştirilmiş bir ikinci ahmed-i yesevî portresi oluşmuştur. yani bir yanda bektaşilik çerçevesinde bir ahmed-i yesevî diğer yanda ise nakşibendilik çerçevesinde bir başka ahmed-i yesevi ortaya çıkmış ve günümüze kadar gelmiştir. burada ek olarak belirtilmesi gereken husus ise rumeli ve balkanlar’da ahmed-i yesevî’nin burada yaşamış olan diğer sûfîler kadar popüler olmamış olmasıdır. görüldüğü üzere ahmed-i yesevî tarihte algılanış şekliyle hep ikili bir karakter olmuştur. asıl olarak göçebe ve yarı göçebe türk halkına islamiyet’i biraz daha sünnî müslümanlığın dışında ve onların anlayabileceği bir yolla, onların benimsediği şiir kalıplarıyla sunan bir sûfî olmasına rağmen sürekli olarak nakşibendî tarikatı nedeniyle gerçek olmayan bir ortodoksluk yüklenmiştir.