M. Akif’e, Şeyhülislâm M. Sabri, Mısır’da gönüllü sürgün olduğu yıllarda, “Milli Mücadele sırasında, Mustafa Kemal’e neden destek olduğunu” sorunca Akif:
“Anadolu, Yunan ordusu tarafından işgal edilirken, tercih yapacak zamanın olmadığını söyler.” Ali Ulvi Kurucu’nun, M. Ertuğrul Düzdağ tarafından hazırlanan hatıralarının ilk cildinde (bkz. s. 112) bu konu anlatılır.
Yine Mustafa Kemal’in bir casus tarafından öldürüleceğini engelleyenin Akif olduğu birkaç yıl önce yazılmış, tarafıma sorulmuştu ki, o hadise doğrudur.
Kavi bir insanlık abidesi Akif, Eşref Edip’le birlikte, Mustafa Sagir isimli şahıstan şüphelenirler, şaibeli mektuplarını zamanın İçişleri Bakanı Adnan Adıvar’a iletip suikastı önler, adamı yakalatırlar. (Bkz. Eşref Edib, Milli Mücadele Yılları, s. 110-111).
M. Akif’e, M. Kemal ile ilgili atfedilen uydurma bir yeminde Mithat Cemal Kuntay’ın kitabında geçmekte. Devir, korkunun kol gezdiği bir dönem ve Akif’in dostları bile onu “gizli gizli sevmekte”dirler.
Kuntay, Akif’i ziyaretinde, Hakkı Tarık Us’un da oradan çıktığını görür ve ona ne konuştuklarını sorar:
“… Mısır’da oturmayı ihtiyar edişinin, kendisi gibi, Müslümanlığı şekilden ibaret bilmeyen bir şahsiyetin mesela şapka giymemek için hudut haricine çıkmış olması yolunda dedikodu çıkardığını Akif’e ima ettim ve kalmak üzere dönüşünün dostlarına nasıl manevi bir huzur getirdiğini söyledim. Atatürk’ü de kendisi hakkında hüsn-ü niyetle dolu bulduğumu anlattım.
-Bu sözlere karşı ne dedi Akif?
-Tarık Bey, dedi, ben yemin etmem fakat işte yemin ediyorum; ben Milli Mücadele’de yanında bulundum, yakından tanıdım. Vallahil’azim, eğer Atatürk olmasaydı bu zafer kazanılamazdı.
Hakkı Tarık biraz düşündü, sonra:
-Fakat dedi, ben Atatürk’e böyle bir sözden ziyade tercümeyi götürmek istiyorum.” (Kuntay, Mehmet Akif, s. 250).
Hakkı Tarık’ın bu ziyareti doğrudur. M. Akif, ülkesine döner dönmez M. Kemal, H. Tarık’ı Mehmet Akif’i ziyarete göndermiş ve Kur’an Meali’ni almakla görevlendirmiştir. Akif’in vefatından sonra da namazlarda Türkçe Kur’an reformunu gerçekleştirmek için M. Kemal, dönemin Maarif Vekili Hasan Âli Yücel’i, Akif’in meali için Mısır’a göndermiştir.
Hafız Asım Şakir anlatıyor:
“Akif Bey hasta yatıyor, ben her gün yanındayım. Ne yapıyorum? Gelen giden ziyaretçileri ağırlıyorum. Bakın size bir hadise anlatayım:
Bir gün Hakkı Tarık Us, Ruşen Eşref ve adını hatırlayamadığım bir başka zat geldiler.
Hakkı Tarık, ‘Üstad, dün akşam Gazi hazretleriyle beraberdik. Sizden sevgiyle, sitayişle bahsetti. Güzel sözler söyledi. Ve hatta -dikkat buyurun sözlerime- kendilerine hiss-i adavetim (düşmanlık hissim) yoktur. Eğer olsaydı dedi, Türkiye’ye dönmesine müsaade etmezdim, İstiklal Marşı’nı da kaldırırdım.’
Akif Bey, ‘Demek öyle’ diyerek doğruldu, ‘Asım bana yardım et!’ dedi, arkasına yastık koydum. Bir yandan da içimden, ‘Eyvah, şimdi olmadık bir söz söyleyecek!’ diye geçiriyordum. Şöyle biraz eğildi:
‘Hakkı Beyefendi, dedi, hatırlar mısınız, biz Gazi’yle harp sahasında ön saflarda beraber gezdik, beraber yürüdük. Kendisini Meclis’te sonuna kadar destekledik. Bu böyleyken Gazi hazretlerinin adavet (düşmanlık) kelimesini telaffuz etmesine hayret ettim. Beni memlekete sokmayabilirdi, lütfettiler, kendilerine minnettarım. İstiklal Marşı’na gelince, dedi, işte onu kaldıramazdı. Nasıl kaldırırdı ki, Meclis’te ilk okunduğu gün, Tunalı Hilmi hariç, herkes ayakta dinledi, kendileri de dâhil.’
Yorulmuştu yavaşça geriye yaslanırken, ‘İstiklal Marşı bir daha yazılamaz’ dedi. ‘Kimse yazamaz, ben de yazamam!’ dedi. Sonra sözlerini derinden gelen bir sesle, ‘Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın’ dedi, sustu.
“Mısır’da on bir yıl kaldım. Fakat on bir saat daha kalsaydım, artık çıldırırdım. Sana halisane (içtenlikle) fikrimi söyleyeyim mi? İnsanlık da Türkiye’de, milliyetçilik de Türkiye’de, Müslümanlık da Türkiye’de, hürriyetçilik de Türkiye’de. Eğer varsa Allah benim ömrümden alıp O’na versin.”