Bahri KILINÇEL bilgi@bahrikilincel.com
Milli şairimiz, İstiklal Marşı'mızın yazarı Mehmet Akif Ersoy



Milli şairimiz, İstiklal Marşı'mızın yazarı Mehmet Akif Ersoy'u vefatının 84. yılında saygı ve rahmetle anıyoruz.
Mehmed Âkif İstiklâl Marşını Nasıl Yazdı?
Eşref Edib anlatıyor: Ankara’ya gelince doğru Tâceddin Dergâhı’na indik. O zaman Ankara’da mesken buhranı olduğu için herkes bir tarafa sığınmıştı. Tâceddin Şeyhi bir hürmet-i mahsusa olmak üzere dergâhı Üstad’a tahsis etmişti. Dergâh deyince dervişler, âyinler hâtıra gelmesin... Eşraftan birinin âdeta selâmlık dairesi. Ufak bir köşk gibi muntazam yapılmış. İçi dışı boyalı. Döşenip dayanmış, güzel ve geniş bir bahçesi var. Türlü türlü meyveler. Önünde bir şadırvan, şarıl şarıl sular akıyor.
Üstad Ankara’daki bütün şiirlerini, İstiklâl Marşı’nı hep bu dergâhda yaz- mıştır. Yüzlerce asır Türk milletiyle beraber yaşayacak olan bu marşı ne vakit okusam, Tâceddin Dergâhı’nda Üstad’ın bu şiiri yazarken düşündüğü zaman- ları hatırlarım: Odanın bir tarafına çekilmiş, elinde ufak bir kâğıt...
Ara sıra bir kelime yazıyor... Bazen yazdığını çiziyor... Sonra tekrar yazı- yor... Bazen saatlerce düşünüyor... Üstad şiirini yazmak için çok zaman sarf ederdi. O sehl-i mümtenî dediğimiz şiirler öyle kolay kolay olmuyordu. Bazen bir beyit üzerinde günlerce uğraştığı olurdu. Şiir tamam olup da tebyîz edildiği zaman çaylar demlenir, hep arkadaşlar toplanır, bilhassa pek sevdiği Basri’ye [Hasan Basri Çantay] haber gönderilir, o, elinde uzun çubuğu, sallana salla- na gelir, Üstad’ın yanına oturur, Üstad tamam olan şiirini kendisine mahsus âhenkle okurdu, çaylar da tevâli ederdi.
Mehmed Âkif’in kâdim dostu Hasan Basri Çantay’ın, İstiklâl Marşı’nın yazı- lışını dair verdiği şu ayrıntı oldukça önemlidir:
“Meclis’te Âkif ile yan yana oturuyoruz. Çantamdan bir kâğıt parçası çı- kardım. Ciddi ve düşünceli bir tavır ile sıranın üstüne kapandım, güya bir şey yazmaya hazırlanmıştım. Üstad ile konuşuyoruz:
-Neye düşünüyorsun Basri?
-Mâni olma işim var!
-Peki, bir şey mi yazacaksın?
-Evet.
-Ben mâni olacaksam kalkayım.
-Hayır, hiç olmazsa ilhamından ruhuma bir şey sıçrar!
-Anlamadım.
-Şiir yazacağım da…
-Ne şiiri?
-Ne şiiri olacak. İstiklâl şiiri! Artık onu yazmak bize düştü!
-Gelen şiirlere ne olmuş?
-Beğenilmemiş.
Büyük bir üzüntüyle: “Ya!”
-Üstad, bu marşı biz yazacağız!
-Yazalım, amma, şartları berbat!
-Hayır, şart filân yok. Siz yazarsanız müsabaka şekli kalkacak.
-Olmaz, kaldırılamaz, ilân edildi.
-Canım, Vekâlet buna bir şekil bulacak. Sizin marşınız yine res- men Meclis’te kabul edilecek, güneş varken yıldızı kim arar?
-Peki, bir de ikramiye va
-Tabii alacaksınız!
-Vallahi almam!
-Yahu, latife ediyorum, onu da bir hayır müessesine veririz. Siz bunları düşünmeyin!
-Vekâlet kabul edecek mi ya?
-Ben Hamdullah Suphi Bey’le görüştüm. Mutabık kaldık. Hatta sizin nâmınıza söz bile verdim!
-Söz mü verdiniz, söz mü verdiniz?
-Evet!
-Peki, ne yapacağız?
-Yazacağız!
Tekrar tekrar “söz verdin mi?” diye sorduktan ve benden aynı kat’î cevap- ları aldıktan sonra, elimdeki kâğıda sarıldı, kalemini eline aldı, benim daldığım sunî hayâle şimdi gerçekten dalmıştı…
Meclis müzâkere ile meşgul, Âkif marş yazmakla. Ben müddeti kendisine kısaca göstermiştim. Birkaç gün sonra marşı vermiş olacağız. Müzâkere bitti, Âkif’de engin hayâlinde uyandı.”

 



Hit: 705 Kayıt Tarihi: 22.03.2021