DENİZ GEZMİŞ-MAHİR ÇAYAN VE 68 KUŞAĞININ ÖYKÜSÜ Deniz gezmiş – Mahir çayan ve arkadaşlarının öyküsünü anlatmaya başlamadan 68 kuşağı ve 68 li yıllardan bahsetmek gerekir. Bütün dünyada çalkantılı ve öğrenci olaylarının olduğu yıllardır. 1968 yılı ve bu tarihle simgelenen süreç Dünya tarihinde toplumsal,siyasal ve kültürel alanda sarsıcı olayların meydana geldiği bir dönemdir. 68 li hareketini gençlik olayları diye nitelemek son derecede yanlıştır. Dünyadaki 68 olaylarını hatırlayalım. özellikle Fransa'da ,İngiltere'de, Almanya'da öğrenci hareketleri, üniversite işgalleri, boykot ve direnişler başlamıştı. bu liderler arasında Daniel, cohn Bedit bu gün Avrupa parlementosundadır. Japonya ve ABD de işgal ve boykotlar aynı şekilde çoğalmıştır. İspanyada Franko' ya direnişler yapılırken Avrupa ve ABD de Vietnam savaşı karşıtlığı bu hareketlerin en önemli öğesidir. 68 ABD nin Vietnam savaşında insani değerlerinin yıkılmasına, emperyal çıkarları uğruna işgalci, katliamcı, işkenceci yüzünü ortaya çıkarmış, ABD gençliğini uyandırmış 1965 den itibaren başlayan savaş karşıtı gösteriler on binlerce gencin eylemleri ve savaşa katılmama tercihini çoğaltmış, askere en çok giden zencilerin “ kara panter” örgünü kurmasına yol açmış, ABD ciddi askere boykot kampanyası sonunda öğrencileri askerden muaf tutan yasayı kaldırmış öğrenciler Napalm bombası imal eden DOWN kimya fabrikasını basmışlar, 50 bin öğrenci PENTAGON ‘u kuşatmıştır. 30 yıl süren Vietnam savaşı 1 mayıs 1975 yılında sona erdi ABD 01 Mayıs 1975 Hürriyet Amerika, tarihinde ilk defa bir savaş kaybetti diye yazdı. Vietnam savaşı özellikle ABD gençliğini sarsmış, savaş ile gerçekten yüzleşen on binlerce genç hükümetlerinin kararı ile hayatlarını kaybettiği için ABD gençliği sorgulamaya başladı. Yüz binlerce genç yaralı geldi, yaşadıkları dehşet milyonlarcasında unutulmayacak izler bıraktı. ve şu soru soruldu " Vietnam'da ne yapıyoruz. Saygon rejimi bir diktatörlük rejimi olmasına rağmen ABD askerlerinin Fakirleri, Köylüleri, Kadınları , Yaşlıları işkence ederek, öldürerek, terörize ederek rejimden daha barbarca davranması Dünyaya yayıldıkça öğrencileri etkilemiştir. ABD medyası o dönemde kontrol edilmiyordu. ABD bu hatasını 1991 VE 2003 Irak savaşlarında devlet yanlısı Embeddet yani iliştirilmiş gazeteci savaşa alanına götürülerek dünyaya ABD nin harekatının ne kadar iyi olduğunu anlatmışlardır. 1968 de yine ABD ve Avrupadaki diğer bir hareket Hippy hareketidir. "Çiçek gücü"," savaşma seviş" gibi pasifist ve şiddet karşıtı hareket ABD de özellikle HİPPY lerin Mekkesi denilen Berkley Üniversitesinde ve diğer üniversitelerde Vietnam’a Üniversiteli gençlerin gitmesini engelleme konusunda başarılı olmuşlar. kahramanları Joan Baez, Boby dylan, Che guvera gibi kişiliklerdi. Alay etme, Provake etme , Newyork borsasında sahte banknot fırlatarak insanların kapışarak olay çıkmasını sağlamak, ABD başkanlığına Pigasus adlı domuzu aday göstermek . 68 aslında tüm dünyada devrimci bir kalkışma olup Emperyalizmin kalesi ABD ve diğer ülkeleri eleştiri hareketidir. 2. Dünya savaşı sonrasında tüm ülkelerin ekonomileri, toplumsal yapıları sarsılmış ABD ise yıkıma uğramamış ekonomisi ve toplumsal yapısı ile Demokratik, özgür, bolluk ve refah ülkesi olarak görünüyor. Sovyetlerde uygulanan sosyalizm ise bir umut olarak görünüyordu. Dünya kapitalist ve sosyalist iki kampa bölünmüştü. 68 hareketi aslında ABD nin kirli emperyal yüzünün deşifresidir en büyük çelişki ise Stalinist parti mensubu Che guvera ve Ho chi minh gibi şahsiyetleri sembol edinmeleridir. sloganlarına bakalım " yasaklamak yasaktır", Seçimler ahmaklar için tuzaktır"," kahrolsun tüketici toplumu" 68 hareketini araştırmacılarından bazıları 68 olaylarının Fransa'daki başlangıcının Amerikalı devrimci Ernesto Che guveranın 9 ekim 1967 yılında Bolivya'da öldürülmesi olduğunu yazarlar 1967 yılında muhalefet Bolivya dağlarında öldürülen CHE GUVERA simgesine sarıldı. Küba’da başarılı olan bu doktor devrimi tüm kıtaya yaymak için dağlara çıkmıştı. Özverisi, cesareti, özgürlük tutkusu, her gencin hayallerini süslüyor. Basit gerilla kıyafeti, dağınık uzun saçları, seyrek sakalı ile tüm dünyada Vietnam karşıtı gösterilerde gençlerin resmini taşıdığı ve “ iki,üç ve daha fazla Vietnam, Ernesto’ya bin selam” gibi sloganlarla her yerde dillerdeydi.. ABD de ise 4 mart 1968 de siyah lider Martin Luther king'in öldürülmesi olayları başlatmıştır. 1965 de Amerikalı zenci lider MALCOLM X öldürülmüş bu olayları tetiklemiştir. 1963 de faşist ve ırk ayrımına karşı olan başkan kenedy’nin öldürülmesinden sonra martin luter king yönetiminde üç yüz bin kişi washington’u sarstı. 4 nisan 1968 de MARTİN LUTER KİNG öldürülmüş ve KARA GÜÇ örgütünün lideri CARMİCHAEL “ beyaz Amerika bize Dr. Kingi öldürmekle bize savaş ilan etti . Evlerinize gidin tüfeklerinizi kapın” çağrısı ile ayaklanmalar başladı yüzlerce siyah öldürüldü, üniversiteler işgal edildi. 5 haziran 1968 vietnam savaşını bitireceğini vaad eden öldürülen başkan kennedy’nin kardeşi ROBERT KENNEDY öldürüldü. Fransa ABD yi protesto için NATO ‘dan çıktı. 67 yılından bu yana işçi grevleri ve işgallerle uğraşan Fransa’da öğrenciler 1968 yılının nisan ve mayıs aylarında 4 milyon işçi greve katıldı , Renault fabrikası işgal edilip kızıl bayrak asılarak yöneticiler binalara hapsedildi. İtalya’da binlerce işçi grevleri ve işgaller ile Fiat fabrikası işgal edilerek 1969 yılı 27 şubatında İtalya’yı ziyarete gelen başkan NİXSON roma üzerinde helikopter ile uçarken sokakların işgal edildiğini görüp geri dönmüştür. Almanya’da işçi eylemleri ve öğrenci hareketleri yoğun olup her tarafta eylemler ve protestolar, savaştan yenik çıkmış alman halkının Anti Amerikan’cı duyguları ile birleşmiş ve Vietnam savaşına karşıtlık hat safhaya ulaşmıştı. Her ülke de Başkan Johnson un şişko domuzlarının Vietnamlı her gün kaç çocuk öldürdüğü soruluyordu. İtalya’dan Japonya’ya kadar her ülkede ABD ye ateş püsküren olaylar vardı bu arada KIZIL TUGAYLAR, KIZIL ORDU, gibi örgütlenmeler hızlanmıştır. 68 Arap coğrafyasında özellikle Mısır ve Tunus’da sarsıcı öğrenci hareketleri ve işgaller yaşanmıştır. Fransa’da ‘Kızıl Danny’ diye anılan gençlik lideri de Türkiye’deki gençlik lideri Deniz Gezmiş de ağır cezalı suç işlememişti. Danny, Avrupa Parlamentosu’nda ‘Yeşiller’in başkanı oldu. Deniz 1972’de idam edildi.. Sonuçta, 1968 olayları, bir kısım gruplar tarafından sürdürülse de, aşama aşama yavaşladı. Siyasetçilerle gençler arasında diyaloglar geliştirildi. Ve gençlerin taleplerinden bir kısmının uygulama alanı bulması mümkün oldu. Öğrencilerin üniversite yönetimlerine katılması, gençlerin öğrenim imkânlarının genişletilmesi gibi... Tabii, o talepler listesindekilerin büyük bir kısmı da sözde kaldı. Ama o ‘söz’ler etkili olmaya devam etti. Demokratik haklar ve özgürlüklerin önemi giderek daha iyi anlaşıldı. O alandaki hareketler de, çok hızlı olmasa bile, zaman içinde daha fazla destekçi buldu. Dünyanın birçok ülkesinde, hedeflerine varabildi veya yaklaşabildi. Bu yüzdendir ki, ‘1968’liler’ denilince, ‘Dünya’ya, eşitlik, kardeşlik, iyilik, dayanışma, gelişme gibi insani değerlerle ilgili eksiklerini hatırlatmış olan gençler gelir. Ve o gençler saygıyla anılır. Bizim 1968’lilerimizin hareket noktası da, tabii ülkemizin kendine özgü sorunlarıyla da ilgilidir ama, genel olarak Avrupa’dakilerinkine benzer. Onlar da, eşitlik, kardeşlik, iyilik, dayanışma, gelişme yolundaki değerleri canlandıracak ‘değişim’ olanaklarının arayışı içindeydiler. Onlar da saygıyla anılırlar. Ülkemizi yönetenlerin, bizim 68’lilerimize karşı davranışları, Avrupa ülkelerini yönetenlerinkinden çok daha katı ve haşin olmuştur. Deniz Gezmiş’i ve iki arkadaşını düşünün, Hüseyin İnan’ı ve Yusuf Aslan’ı... Onlar kimseyi öldürmemişlerdi. Kimseye zarar vermek istememişlerdi. Ama ‘rejim değiştirmek için Meclis devirmek’ gibi, gerçekleştiremeyecekleri besbelli olan bir suçu işledikleri iddiasıyla idam edildiler. Yaşları, onlar gibi birer öğrenci lideri olan Daniel Cohn-Bendit’in yaşına yakındı. 1968 olayları başlarken, Gezmiş 21 yaşında, İnan 19, Aslan 21 yaşındaydı. 1968’in ‘Kızıl Danny’si ve arkadaşlarının başına öyle şeyler gelmedi. Bugün toplum hayatının saygın yerlerinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Daniel Cohn-Bendit, Avrupa Parlamentosu’nda Yeşillerin liderliğini de yaptı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları ise, 6 Mayıs 1972 gününden beri Ankara’da Karşıyaka Mezarlığı’nda yatıyor. Onlara, Allah’tan rahmet dileyelim. 68 kuşağından ülkücü cenahtan bir isim “Yukarıda kitaptan aldığım fotoğrafta bütün dünyanın tanıdığı, Türkiye'nin medar-ı iftiharı bir kişi de yer alıyor. Tanıdınız mı? Fotoğraf 1972 yılında çekilmiş. Fotoğraftakiler, İstanbul'da Ülkücü Hareket'in önde gelenleri. Belki benzetmişsinizdir... Fotoğraflardaki gözlüklü Aziz Sancar'dır. Kim bilebilirdi, Mardin Savur'dan çıkacak, İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirecek, bu dönemde faal olarak önce Türkçüler Derneği'nde, Sonra Ülkü Ocakları Birliği'nde çalışacak?” Hasan Sancar, Aziz Sancar'ın küçüğü ve mühendislik okuyor. Fotoğraftakiler (Ayaktakiler): Yavuz Işık, Hasan Sancar, Tuncay Kozanlı. (Oturanlar) Fahri Uzun, Aziz Sancar, Hamdi Uzun.” Soğuk Savaş döneminde Türkiye öncelikle Sovyetler Birliği'nin ve müttefiklerinin hedefi. Sovyet istihbaratı Türkiye'deki istikrarsızlaştırmadaki önemli unsurlardan birisi. Aynı husus Bulgar istihbaratı için de geçerli. 1974 sonrasında Yunan istihbaratının da Türkiye'deki çatışma zeminin gelişmesi için çalıştığını biliyoruz. Sovyetlerin en sadık müttefiki Bulgaristan, Türkiye'de terörizm sürecinde kullanılan silahların ana kaynağı olmuştur. Sovyetlerin de 1970'li yıllarda Türkiye'de Moskova çizgisindeki birçok Marksist örgüte destek verdiği bilinmektedir. Batı Dünyası da 1970'li yıllarda çıkan çatışmalarda Türkiye'den Kıbrıs Barış Harekatının intikamını almıştır. Özetle, Türkiye çok boyutlu bir istikrarsızlaştırma operasyonu ile karşı karşıyadır. Suriye istihbaratının olayların içinde olduğu örneğin Kahramanmaraş'taki eylemlerde önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Örneğin MHP ve Ülkücü Hareket'in üzerine yıkılmaya çalışılan Kahramanmaraş olayları çok önemli bir örnek olaydır. Olaylar gerçekleşirken CHP iktidardadır. CHP'li İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı olaylardan hemen sonra Kahramanmaraş Olaylarını komünist örgütlerin gerçekleştirdiğini açıklamış ve Ecevit tarafından görevden alınmıştır. “1968” belleklerde, yüzeysel yer edişiyle bir öğrenci hareketi olarak görülür. Oysa gerçek, oldukça farklıdır. 1961 Anayasası, 27 Mayıs Devrimi sonucu olarak, yepyeni ve önemli haklar getirdi. Bu haklar çerçevesinde her anlamda toplumsal olarak sıkışmış halkın, Demokrat Parti döneminin ve devamcılarının baskıcı, haksız, faşizan, Küçük Amerikancı, Nato’cu yönetim ve politikalarına karşı bir başkaldırı hareketidir. Cumhuriyetçi, Kemalist taleplerin yeniden vücut bulma isteğidir. “1968” bu anlamda tarihimizin önemli bir dönemidir. Yenildi ama haklılığı devam ediyor. 13 Şubat 1961’de Türkiye İşçi Partisi kuruldu. TİP’i kuranlar, İstanbul İşçi Sendikaları Birliğine bağlı sendikacılardı. Partinin kuruluş amacı, işçi sınıfının ekonomik çıkarlarını savunmak ve işçiler lehine yasaların çıkarılması mücadelesini parlamentoya taşımak olarak açıklanıyordu. Bu sınırlı amaçtan da anlaşılacağı üzere, TİP başlangıçta işçi sınıfının iktidarını hedefleyen ve sosyalist amaç güden bir parti değildi. Ancak Anadoluda öylesine örgütlendi ki düzeni korkuttu Ağrıdan Edirne’ye kadar mitingler tertiplemekteydi. 1068 yılında Ağrı’da İŞSİZLİK MİTİNGİ yapmış 7000 kişi katılmıştır. Bu dönemde (1965-67) sol içindeki ilk kapışma, Aybar’ın yönetimindeki TİP çizgisi ile Doğan Avcıoğlu’nun yönetimindeki YÖN çizgisi arasında patlak verdi. Sol harekette öne çıkan bu iki akım arasında öncülük, devrimcilik ve iktidar sorunlarında başlayan tartışma, gelecekte yaşanacak daha derin tartışma ve saflaşmaların habercisi idi. Fakat ‘65 seçimlerinden sonra, TİP’in kendisini sosyalist hareketin biricik örgütü ilan etmesi, “anti-emperyalist mücadelenin öncüsü”nün işçi sınıfı olduğunu söylemesi ve “sosyalist mücadele ile anti-emperyalist mücadelenin aynı anda ve birarada yürütüleceği” tezini ortaya atması, bir anda YÖN’cülerin hışmını üzerine çekmeye yetmişti. Çünkü TİP’in yaptığı bu “densizlik”, YÖN’cülerin “titiz” bir şekilde hazırladığı ve askeri bürokrasiye önemli görevler yükledikleri darbeci iktidar planlarını allak bullak ediyordu YÖN’cülere göre, anti-emperyalist mücadelede işçilerin öncü olması demek, “sivillerin askerlerin önünde yürümesi”, “bir subayın bir işçinin arkasından gitmesi” demekti. Nasıl olur da zinde güçler (askerler) sivillerin peşinden giderdi efendim! İşçilerin öncülüğünün savunulması, düpedüz “milli güçlerin” birliğini bölerdi ve bu da kabul edilemez bir şeydi! Kemalist-milliyetçi YÖN’cüler bu görüşlerinde yalnız da değillerdi. Onlara destek, her zaman olduğu gibi gene Stalinist “ulusal sosyalizm” anlayışının Türkiye’deki resmi temsilcisi olan TKP’nin saflarından gelecekti. Zinde güççü Doğan Avcıoğlu’nun imdadına, onunla birebir aynı olmasa bile, yakın görüş- leri savunan bir diğer zinde güççü (Mihri Belli) yetişecekti. “Türkiye emperyalizme bağımlı, feodal ilişkilerin ağır bastığı yarı-sömürge bir ülkedir” diyenlerin savunduğu devrim stratejisi, “emperyalizme, feodalizme ve komprador burjuvaziye karşı anti-emperyalist, anti-feodal, milli demokratik devrim (MDD)” diyen MİHRİ BELLİ. Kemalizm ile ittifakı mutlak bir zorunluluk olarak öne çıkarıyor ve asker-sivil aydın kadroların “öncülüğünde”, “milli devrimci” bir hareketin örgütlenmesini esas alıyordu. MDD tezini savunanların yakın hedefi, ordu, gençlik, aydınlar ve milli burjuvazinin oluşturacağı “ Milli cephenin önderliği altında, bir milli devrimci iktidarın kurulmasını sağlamak ve ülkenin tam bağımsızlığını hedefleyen bir milli kalkınma hamlesini başlatmaktı. O yıllarda MDD’cilik, yıllarca Kemalist ideolojiyle eğitilmiş olan öğrenci gençliğin küçük-burjuva-milliyetçi sınıf doğasına uygun geldiği için, öğrenci gençliğin büyük çoğunluğu tarafından kolayca benimsendi. Ne var ki, Marksizmle yeni tanışan ve bilimsel sosyalizmi kavrama bakımından henüz daha yolun başında olan devrimci gençler MDD siyasetinin etkisi altına girdikten sonra, proletaryanın enternasyonalist devrimci yolundan giderek uzaklaştılar ve küçük-burjuva radikalizminin çıkmaz sokaklarında kendilerini tükettiler. Bu süreçte onlara kılavuzluk eden, Stalinizmin şu ya da bu ulusalcı versiyonundan (Maoculuk, Enver Hocacılık, Kastroculuk vb.) başkası değildi. Merkezci tezi savunan devrim, ülkedeki yerli finans-kapital + derebeyi + tefeci bezirgân saltanatına karşı, “ikinci Kuvayı Milliyecilik” diye de tanımlanan “Demokratik Halk Devrimi” diyen DR. HİKMET KIVILCIMLI. Kuran tefsiri bile yapan Hikmet Kıvılcımlı din konusunda konuşurken “üzerinde en çok spekülasyon: düşünce vurgunculuğu yapılan alan” olduğunun farkındadır. “Oysa tam tersi olması gerekir: öyleyse bilimin en çok kılıç kuşanması gereken alanlardan birisi de din konusu olmalıdır. Bu yüzden bu alanda "İdeoloji" ve "politika" sökemez, sökememelidir. O yavanlıklar ancak bilim ateşiyle durdurulup dönüştürülebilir.” der. Kıvılcımlı’ya göre mesele “hiç de İkincil-üçüncül kategoriden bir iş sayılamaz. Çünkü din konusu, sadece toplumun çatısında tıkırdayan bir kültür meselesi değil, insan beyninde düşünce mekanizmalarında işleyen adeta sistemleşmiş canlı bir düşünce biçimidir. Ve insan beyninde kolayca sökülüp atılamayacak derinliklere yapışmış köklere sahiptir. Doktor insan vücudunu ‘beytülmal’ın olarak nitelendirir. Yani ‘vakıf malı’. “Bu vücut vakıf malıdır, vakıf malına zarar getirmemek prensibiyle yaşamak lazım” ve “Vakıf malını çok iyi, çok iktisatlı gözeterek kullanmalı” derdi. Bunun için içki ve sigara ‘mekruh’tur da derdi. 68 kuşağının yıllarca cezaevinde yatan Sarp kuray geçenlerde nihayet beraat etti ve şöyle dedi. “Maoculuk tarih bilincini bitirdi: Biz birbirimizin hikayesini bilmiyoruz. Ebu Zer ile bağınızı kuramıyorsanız, halkla ters düşüyorsunuz. Ekonomi politiğini, gelir paylaşımını, mülkiyeti, hak ve adalet kavramlarını. ‘İhtiyaçlarınızın üzerindekini paylaşın’ ilkesini... Bu ciddi bir tarih bilincidir. 1970’lerde Maoculuğun gelişiyle bu toprağın geleneğiyle bağlarımız koptu. Kendimizi Mao ile ifade etme yanlışına düştük. Çok çok Che ile... Türk devrimciliğinin sorunu budur. Bu toprağın konuları güme gitti hep. Biz dini ıskaladığımız için yenildik. Hem 12 Mart’ta, hem sonra.” 1969’a uzanmadan önce şöyle bir hızlıca 1946’ya uzanıp, Amerikan Misuri zırhlısının Türkiye gelişine bir göz atalım: Çünkü, 1969’u anlamak için önce 1946’yı anlamalıyız. Sovyet Rusya’nın yeniden boğazlara göz dikmesi ve Stalin’in Kars ve Ardahan’ı istemesi gibi nedenler sonrasında hızla ABD eksenine kaymaya başlayan Türkiye Rusya’ya, ABD desteğini arkasına aldığını göstererek küçük bir gözdağı vermek istiyordu. Bu amaçla, Misuri zırhlısının Türkiye’yi şöyle bir ziyaret etmesi kararlaştırıldı. 1944 Kasım’ında ölen, Türkiye’nin ABD Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini Türkiye’ye getirme bahanesiyle yola çıkan Misuri zırhlısı, 5 Nisan 1946’da İstanbul’a geldi. Misuri, Kızkulesi önünde “Welcome” (Hoş geldiniz) pankartıyla selamlandı Misuri’nin gelişinin anısına PTT, “Missouri” adlı 3 pulluk bir seri yayınladı. Misuri’nin şerefine TEKEL de 50 sigaralık özel sigara üretti. Misuri’nin gelişi anısına, Hereke halı fabrikasında 18 küçük halı üretildi. Misuri’nin gelişi öncesinde Karaköy-Beşiktaş sahili arasındaki evler ve Beyoğlu’ndaki bazı binalar boyatıldı. Misuri mürettebatının hoşuna gitmesi için gece kulüpleri ve barların önüne “Welcome “ ve “Burada İngilizce konuşulur” yazılı tabelalar konuldu. Misuri mürettebatını en iyi koşullarda “ağırlamak” ve “rahatlatmak” için İstanbul genelevleri beyaza boyanıp hayat kadınları muayene edildi. Ve Misuri’nin gelişinde, İstanbul’da Türk-İslam tarihinde bir ilk yaşandı Dolmabahçe Sarayı’nın hemen yanı başındaki Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nin minareleri arasına “Welcome” mahyası asıldı. 1946’da caminin minareleri arasına asılan o mahya, garip bir biçimde, Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğine ışık tutuyordu. İsmet Paşa, CHP ve Türkiye “eksen değiştiriyordu”. Artık, eski dost Sovyet Rusya ve Almanya’dan uzaklaşan Türkiye, sessiz sedasız ABD eksenine doğru kayıyordu 1946’dan sonra, Marşal Yardımı, Truman Doktrini, ABD ile imzalanan ikili anlaşmalar ve Misuri’nin gelişi, hepsi bunun işaretiydi. Bu süreçte, Almanya’dan uzaklaşıldığını vurgulamak için “Irkçı-Turancılık Davası’yla” Irkçı-Turancılar tavsiye edilmiş, Rusya’dan uzaklaşıldığını vurgulamak için de Komünizm ve Solla mücadeleye başlanmıştı. Bunu yaparken de ABD’nin bir dediğini iki etmeyen, “sadık dindarlar” yetiştirmek için çalışmalar başlatılmıştı. İşte, 1946’da Misuri zırhlısının İstanbul’a gelişinde Bezmi-Alem Valide Sultan Camii’ne asılan o “Welcome” mahyası, Türkiye’nin gelecekte, “din” ve “dindar” kullanılarak, ABD güdümüne sokulacağının ilk işareteydi…1969’da ABD 6. Filosu Türkiye’ye geldi. Filo, ilk durağı olan İzmir’de protestoyla karşılaştı. Antiemperyalist öğrenciler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları ABD emperyalizminin simgesi durumundaki filonun İzmir’e girmesini istemiyordu. 6. Filoya “Defol” diye bağıranlar içindeki en ilginç grup, hiç kuşkusuz “genelev çalışanlarıydı”. 1946’da Misuri zırhlısını “çiçeklerle” karşılayan İstanbul genelevlerinin aksine, 1969’da İzmir genelevleri, ABD askerlerine kapılarını kapatarak, dünyada görülmemiş bir eyleme imza atmışlardı. 6. Filo, Misuri zırhlısı gibi karşılanacağını sanmıştı; ama çok yanılmıştı. Türkiye’deki bütün antiemperyalist güçler 6. Filo’ya karşı bayrak açmıştı. Demokrat Parti iktidara geldi CHP nin izinden giderek ABD ile ikili antlaşma imzalayarak çıkan Kore savaşına Nato'ya üye olmadığımız halde Birilerine yaranmak için 4500 Asker TBMM izni olmadan Kore'ye göderildi. 717 Şehit,2246 yaralı, 167 kayıp verilir mükafat olarak Natoya alınır. 1954 askeri kolaylıklar antlaşması sonunda 23 üs, askeri personel ,sivil personel ,tesis, ve mevziler ABD ye sağlanarak ülke küçük ABD yapılmaya başlanmıştır. Komünizmle mücadele dernekleri kurulmuş, dini siyasete alet etme uygulamaları başlamış," Siz isterseniz Hilafeti bile getirebilirsiniz" sözleri söylenmiş, vatan cephesi denen sivil halk örgütlenmesi ile DP den olmayanlar fişlenmeye başlanmış. Köy enstitüleri kapatılmış. ezan 18 yıl sonra tekrar arapça okunmaya başlanmış ve başbakan Menderes icraatlarını eleştiren üniversitelerin canına ot tıkayacağını söylemesi ile gerginlik artmış.boykot ve direnişler başlamış. 19 yaşındaki orman fakültesi öğrencisi Turan emeksiz polis kurşunları ile ölmesi olayları başlatmıştır. CUMHURİYET tarihinin ilk öğrenci şehidir Turan emeksiz. Ankara'da öğrencilerin 555K Kızılaydaki miting ve 19 mayıs gösterilerinin yasaklanması, 22 mayısda sıkıyönetim komutanlığının 5 kişinin bir arada gezmesini yasaklaması ve 27 mayıs darbesi. 1961 Anayasası Türkiye'deki en özgürlükçü anayasadır. sendikal örgütlenme, üniversitelerin özgürleşmesi, öğrenci derenekleri, fikir kulüpleri kurulması bu dönemin eserleridir. işte 68 kuşağının üniversitelere sığmadığı bir dönemde Kıbrıs'da rumların vahşetlerine karşı eylemler başlamıştır. bu ilk kitlesel eylemlerdir. DEV-GENÇ o dönemde kitlesel gösteriler yaparak halkın dikkatini çekmiştir. Ülkedeki ABD etkinliğine karşı Vietnam işgal eden ABD ye karşı eylemler başlatılmaya başlandığını görüyoruz. ABD 6. filosunun İstanbula gelmesi ve 68 gençliğinin Deniz gezmiş, Yusuf aslan, Hüseyin İnan önderliğinde ABD lilerin denize dökülmesi gençlik liderlerinin ortaya çıkışıdır. Barış gönüllüleri ülkeden kovulmuş, ABD 6. filosu yıllarca bir daha limanlarımıza gelmemiştir. Nato'ya hayır mitingleri, özgür üniversite çağrıları yönetimi rahatsız ettiği için öğrencileri engellemek için ABD nin CİA sı, ülkemizin MİT 'i devreye girerek gençleri öldürdüler, işkence ettiler. Amerikan emperyalizmine karşı çıkanlar cezalandırıldılar. halbuki onlar Tam bağımsız Türkiye sevdalılarıydı. ancak "ÜS YOK TESİS VAR" BU ANAYASA İLE MEMLEKET İDARE EDİLMEZ " Diyenler ABD' nin dümen suyunda iktidarlarını sürdürmüşlerdir. SLOGANLARI KAHROLSUN EMPERYALİZM, TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE, DEMOKRATİK TÜRKİYE, NATOYA HAYIR, AMERİKAN ÜSLERİNE HAYIR, KAHROLSUN EMPERYALİZM VE YERLİ İŞBİRLİKÇLERİ, KAHROLSUN AMERİKAN EMPERYALİZMİ, EMEK EN YÜCE DEĞERDİR. Gençler; aralarına ajan provokatörler sokularak, sokak ortasında öldürülerek, meşru müdafaa için silah bulundurmak zorunda bırakıldı. Silahlı çatışma ortamlarına sürüklendirildi. Egemen güçler, Amerika’nın ve bir avuç işbirlikçinin çıkarları için ülkenin geleceğini, gençliğini feda ettiler. Türk solu İslamiyetin kuruluş esnasındaki devrimci rolünü asla değerlendirmemiş, anlayamamış. İslamiyetin özünden uzaklaşan, Kutsal kitabın içeriğinden yoksun Arap mezhepçiliğini, tutuculuğunu islam zanneden Türk solu İslamın devrimci dinamizminden yoksun kalmıştır. halbuki sol literatürdeki eşitlik, yardımlaşma, dayanışma, dürüstlük, ezilenin, mazlumun yanında, zalimin , zulmün karşısında, eşit paylaşım gibi niteliklerin hepsinin Vayh'in özünde olduğunu hiç anlamadı. işin en ilgin tarafı Hristiyan, Musevi, Budist, Katolik, Protestan herkesin sol düşünceli olacağına inanan Türk solu İslami inançlı kimselerin sol düşünceli olacağına asla inanmadı. Kur’an İslam’ıyla hiç tanışmamış olan; özgürlük, eşitlik ve barış kelimeleriyle hiçbir zaman sulh yapmamış bulunan kimselerin barış yurdu kuracağına ihtimal verilemez. İslam’ın kızıl elması dâru’s-selâm’dır. Dâru’s-selâm, yeryüzün’de kurulması Müslümanlardan istenen barışa dayalı siyasal sistem ve hukuk düzenidir. Asla polis devleti, diktatörlük, emperyalizmin kuyruğuna takıla sömürü düzeni değildir. barış yurdunda adalet, eşitlik, özgürlük, sevgi, acıma ve kardeşlik duyguları egemen olacağı için cennet bunun sonucunda gerçekleşen yaşam düzenidir solun değerleri bundan kopya çekildiğini Türk solu asla anlayamadı. Kuran’ın Toplumu birliktelik bilincine ulaştırmak için adil toplum inşa edilmesinin özgür toplum yaratılmasına bağlı olacağını asla okuyamadı. Kısacası Türk solu Müslümanca yönetim tam özgürlük, koşulsuz barış mutlak eşitlik ve insana saygı temelleri üzerinde yükseleceğini görmeyip incelemeyip Sünni Arabistan Selefiliği’ni, Şii İran imametini İslam zannetti. İslami inancı olanların da sol düşünceye sahip olacağına asla inanmayan Türk solcuları inançlı kimseleri ötekileştirip, düşman belleyip, potansiyel tehlike görmüşlerdir . Aslında bu davranışla emperyal güçlerin amaçlarına dolaylı olarak hizmet etmişlerdir. Hala günümüzde sol geçinen sosyalist, Marksist ve sosyal demokrat cephede inançlı olanlara karşı hala şüphe, çekingenlik, ötekileştirme anlayışı mevcuttur. Halbuki sol çağımızda İslam’ın antikapitalist, antifaşist, antiemperyalist ve devrimci dili halklara ulaştırsaydı halklar ritüellerle uyuşturulduğunu fark ederek İslam’ın Muhammedi ve Hüseyni devrim ruhunu kuşanarak, kinini din diye satan kindâr ve çıkarcı ağaların koltukları sallar ve yürekleri titreterek, saltanatının sürmesi için İslam’ ı meze yapan kimselere karşı başkaldırı bayrakları dalgalandırabilirdi. DENİZ GEZMİŞ 28 -şubat-1947 günü Ayaş'da doğdu babası cemil gezmiş ilkokul öğretmeni ve müfettişdir. annesi mukaddes hanım öğretmendir. babası Rize İkizdere'den , Annesi Erzurum Tortumdandır. Anne tarafından dedesi istiklal madalyası sahibidir.Baba tarafından dedesi Sarıkamış'da savaşırken esir düşmüştür. gezmiş ailesi 16 şehit vermiş, Babasının üç dayısı Erzurum'un geri alınmasında Ermenilerce şehit olmuştur. çocukluğu Sivas yöresinde geçer.okul arkadaşı şöyle der " o sıralar "çelik bilek" diye bir çizgi roman vardı deniz en çok onu severdi ve sınıfta onun İngiliz sömürgecilerine karşı Amerika'nın bağımsızlığı için savaş veren bir kahraman olduğunu anlatırdı" Liseyi İstanbul haydarpaşa lisesinde okur. bu dönemde İP bürolarına gider. siyasi bilinç düzeyi burada gelişir. son sınıfta MTTB giderler yüksel çengel başkandır. burası kongrede sağcıların yönetimine geçince TMTF 'ye giderler. TMGT 'ye giderler Alp kuran başkandır. Mahir kaynak TMGT ' da kurulan komisyonlarda öğrencileri görevlendiren sorumludur. Deniz'e işci komisyonunda görev verir. Babası cemil gezmiş oğlu ile ilgili "Deniz zeki ve yeteneklidir. ilkokulu birincilikle bitirdi.Teste soktum.Üstün yetenekli olduğu ortaya çıktı. benim çocuklarım çok dürüst , haddinden fazla yurtsever olarak yetişti.Aşırı derecedeki bu yurtseverlik kendilerine bu kadar zarar getirdi. Deniz çok fazla yurtseverliğinin kurbanı oldu. Deniz İnsan sever, çalışkan , yardım sever, paylaşımcı, arkadaş canlısı bir insan olarak anlatılır. bazen İstanbul hukukta lider olup öğrencileri toplar işgal dediğinde Anfi'yi işgal ettiren, delidolu şiirli, şarkılı, marşlı bir hayatı seven, devrimci marşları ezbere bilen, bazen PTT yi arayıp "Havana'dan Fidel Castro ile görüşmek istediğini söyleyen, Çin lideri Mao ile görüşmek için kayıt yazdıran. PTT ise hattımız yok, bağlayamayız, ayrıntılı adres verin cevabı aldıklarında gülen bir insan. Bir gün bir içki aleminde 1. kadehini marks'ın,2. kadehi Engels'in,3. kadehini Lenin'in 4. kadehini Mao'nun, 5. kadehini Stalinin şerifine diye içen birisi. Deniz Gezmiş her fırsatta en sevdiği türküyü söylemez miydi: “Ne ağlarsın benim zülfü siyahım/ Bu da gelir bu da geçer ağlama/ Göklere erişti feryadım ahım/Bu da gelir bu da geçer ağlama…” Mizah yönü kuvvetli , hayatın akışkanlığını sürekli mizah ve mücadele ile doldurmaya yemin etmiş birisi. tutuklu arkadaşlarını tahliye eden yargıça "bizi de tahliye etseniz iyi olur"diyebilen bir genç. O günlerde basının ODTÜ de 201 ve 202 odalarda deniz gezmiş in haremi olduğunu ve kızları numaralandırdığın yazmasına rağmen deniz'in sevgilisi olmamıştır. ODTÜ de nişanlanan bir arkadaşının nişan yüzüklerini makas yerine tabancasını çekip kesmeye kalkan bir çılgın. 68 liler neler yaptılar Varto Depremi nedeniyle kan bağışı kampanyası düzenlediler. Azgın Zap Suyu’na köprü inşa ettiler. Pancar, tütün, fındık, haşhaş mitingleri yaptılar. Tam bağımsızlık için “Mustafa Kemal Yürüyüşü” düzenleyip Samsun’dan Ankara’ya yürüdüler. Atatürk heykelleri tahrip edilmesin diye geceler boyu nöbet tuttular. ODTÜ Sosyalist Kültür Kulübü üyeleri Ali Artun ve Yılmaz Aysan’ın bugünün tanınmış sanat galerisi Nev’in sahipleri olması, o dönem birikiminin ürünü değil mi? Dağcılık kulüplerini üniversitelerde ilk kimler kurdu sanıyorsunuz? Türkiye’de bu sporun gelişiminde 68’li Fikret Gürbüz, Tuncer Gürdil, Uçmaz Sungur, Sönmez Targan ve nicelerinin katkıları unutulabilir mi? Ardı ardına şampiyon olan efsanevi ıTÜ basketbol takımının temelini TMTF ıkinci Başkanı Cavit Savcı atmadı mı? Maratoncu Mehmet Yurdadön ülkeye madalyalar kazandırmadı mı? ODTÜ’lü Ömer Gürcan cezaevine sokulmasaydı, idam edilen babası Fethi Gürcan gibi ülkemizi binicilikte birincilik kürsüsüne çıkarır mıydı? SBF’nin tanınmış milli güreşçileri Necati Sağır, Mustafa Aynur aynı zamanda THKP-C’li değil miydi? Bugün judo ve karate de madalya alanlar, bu sporun gelişmesinde büyük emeği olan Murat Özdabak’ı anımsar mı? Peki ya boksörler milli sporcu Taşkın Konuralp’in adını duymuş mudur? ODTÜ Motor Kulübü’nün kurucularından Tayfur Cinemre motosikletiyle kimleri taşımadı ki; Ulaş Bardakçı, Yusuf Aslan, Cihan Alptekin… Fenerbahçe takımında yelken yapan Taner Türkantöz Mahir Çayan’ın en yakın yoldaşıydı. YAşAR YILMAZ İstanbul Teknik Üniversitesi inşaat bölümü öğrencisiydi. Hakkari’ye “Zap Suyu üzerine Devrimci Gençlik Köprüsü” yapmaya giden 84 devrimciden biriydi. Deniz Gezmiş’in yakın yoldaşıydı. Devletin ceberut baskısından her 68’li gibi o da nasibini aldı: 1971 darbesinde Ziverbey Köşkü ve Harbiye’de ağır işkencelerden geçti. Yaşadıkları; 2,5 yıl cezaevi arkadaşlığı yaptığı Yılmaz Güney tarafından yazılan “Sanık” adlı öyküye konu oldu. Mahkemedeki savunmasını ise “Söz Sanığın” adlı kitabında kendi yazdı. Maltepe ve Selimiye cezaevlerinde 5,5 yıl yattı. Hapisten sonra hep “sakıncalı” oldu; ekmeğini taştan çıkardı. Sonra bir gün karar verdi; mühendisliği bıraktı; “ülkeme hizmet etmeliyim” diye düşündü. Anadolu topraklarını 2,5 yıl karış karış dolaştı. Unutulmaya yüz tutmuş, sahipsiz bırakılmış, 115 antik kentteki 119 antik tiyatroyu inceledi. “Anadolu Antik Tiyatroları” adıyla kitaplaştırdı.Bu çalışma Kültür Bakanlığı’nı heyecanlandırmadı. Fakat Avusturya Kültür Bakanlığı, Yaşar Yılmaz’ı Salzburg’taki Mozart Üniversitesi “Antik Çağda Akustik ve Ses Dağılımı” konusunda konuşma yapmaya çağırdı. Çünkü bugüne kadar bilinmeyen 2 önemli bulgu keşfetmişti. ılki sesin iletilmesiydi: Sahnedeki oyuncu, şarkıcı, konuşmacı ya da müzik aletinden çıkan sesin 20-25 bin kişilik açık hava tiyatrosunun en uzak basamaktaki izleyiciye kadar gidebilmesini, o dönemin mühendisleri orta yola “sırtlı koltuklar” yerleştirerek sağlamışlardı. Ses, koltuğun sırtlığına çarpıp yukarı basamağa kadar çıkabiliyordu. ıkinci buluş ise bugüne kadar düşünüldüğü gibi ilk tiyatro Antik Yunan uygarlığı döneminde değil, Erken Dönem medeniyetleri döneminde yapılmıştı ve ilk açık hava tiyatroları taş değil ahşaptı. 68’li devrimci Yaşar Yılmaz antik tiyatrolar çalışmasını bitirdikten sonra köşesine mi çekildi. Hayır. 5 yıl önce, Anadolu’dan yağmalanan tarihi eserlerin ve kültürel varlıkların peşine düştü. ABD, ıngiltere, Avusturya, Almanya, Danimarka, Rusya, ve Yunanistan’a gitti. Yüzlerce müze gezdi. Türkiye’den kaçırılan 40 bin eseri buldu ve fotoğraflarını çekerek belgeledi. Neler bulmadı ki: Paris Louvre Müzesi: Mağnesia'daki ünlü mermer tapınak kabartmaları, Asos'dan sökülen tapınak parçaları ve yüzlerce dev boyutlu mermer, bronz heykeller. Hitit, Urartu, Bizans, Selçuklu, Osmanlı eserleri. Londra British Museum: Ksantos'dan (Eşen-Antalya) Nereitler anıtı, Knidos'tan (Datça) 600 civarında büyük boy heykel, Mozeleum (Bodrum'daki ünlü, dünyanın 7. harikasının mermer süslemeleri ve heykelleri). New York Metropolitan Müzesi: Sardes'ten (Salihli) sütun ve diğer eserler, Bergama'dan büyük bronz heykel, Priyene, Milet ve Efes'ten heykeller, mermer lahitler, Kültepe'den (Kayseri) Sümer-Asur dönemi eserleri. Boston Müzesi: Asos eserleri Washngton Dumborton Oaks Müzesi: Antakya mozaikleri ve Bizans eserleri. Baltimore Müzesi: Antakya mozaik koleksiyonu. Chicago Sanat Müzesi: Selçuklu- Osmanlı eserleri. Chicago Üniversitesi şark Eserleri Enstitüsü Müzesi: Alişar eserleri. Los Angeles Getty Villa : Burdur- Antalya yöresinden Kremna mermer kadın heykelleri.Viyana Ephesus Müzesi : 50 m'ye yakın mermer duvar frizleri Efes'ten giden binlerce eser. Berlin Alte Müzesi : Priyene, Milet'ten mermer heykeller. Berlin Pergamon (Bergama) Müzesi : Büyüktapınak, Milet ve Priyene'den tapınaklar, Zincirli'den Hitit tapınağı, Hattuşaş'dan heykeller, 33 metreye 14 metrelik dev boyutlu Milet pazaryeri giriş duvarı ve Selçuklu dönemi camilerine ait eserler. Tübingen Üniversite Müzesi: Antakya'dan heykel ve Troya eserleri. Danimarka Ulusal Müzesi: Troya eserleri. Kopenhag David Müzesi: Selçuklu eserleri, Konya'dan türbe sandukası, Cizre Camii'nin ünlü tokmağı başta olmak üzere 14 ve 16. yüzyıl çini koleksiyonu. Daha sırada 60 bin eser var. Yaşar Yılmaz çalışmalarını sürdürüyor. DENİZ GEZMİŞ’İN İstanbul hukuk günleri. yön dergisi, cumhuriyet gazetesi, akşam gazetesi okumaları, kitaplar, İP seminerlerine katılma. şiiri çok seven Deniz Nazım hikmet, Ataol Behramoğlu ve İsmet özel 'in şiirlerini okur. Dr. hikmet kıvılcımlının muayenehanesine gider saatlerce dinler, iktisat fakültesindeki cuma konferanslarından en sevdiği Mahir kaynak'ın konferanslarıydı. Mahir kaynak Devrimci öğrenci birliğinin konferansında şöyle demiştir. "Devrimci Mücadelenin gücü silahtır.silahsız mücadele başarıya ulaşamaz. Pasifizm'e son verelim. 1968 de Sultanahmet cezaevinde Bozkurt Nuhoğlu ile yatmaktadırlar. Deniz hırsızlık, yaralama ve soygundan yatan birisi ile sürekli konuşmaktadır. Nuhoğlu Deniz'e ne yaptığını sorar " örgütlüyorum "der. Bu lümpen adam bir gün Bozkurt Nuhoğlu'na gelir "abi ben şimdiye kadar hiç onurlu, dürüst bir iş yapmadım. Deniz bana dürüst bir iş önerdi" Ne iş bu diye sorunca "ABD donanması Türkiye'ye geldiğinde birisini kaçıralım dedi" Peki aklına yattımı ? lumpen adam "İşi enine boyunca düşündüm . Aklım yattı ama bir şeyi kafamda çözemedim. Denize sordum " Defol git " dedi. nedir bu ? Gemiyi kaçırmak aklıma yattı. Tamam kaçırırız ama kime satacağız bunu " der. Deniz en çok CHE Guevera 'yı çok severdi . ona hayrandı, onun gibi parka, postal giyerdi. Gelelim Mahir Çayan'a. O da bir solcu ve sosyalist devrimci olmasına rağmen Mustafa Kemal Atatürk'ü yadsımamış; aksine benimsemiş ve vatansever olduğunu kanıtlamıştır. Mahir Çayan'ın Deniz Gezmiş kadar gündeme gelmemesinin sebebi ise açıkça silahlı bir devrim yapma çizgisinde oluşundan kaynaklanır. "Tam bağımsız ve özgür Türkiye!" cümlesi O'nun devrimciliğinin temel prensibini ortaya koyar. Mahir Çayan zeki; mert ve bir o kadar da mangal gibi yüreği olan bir devrimcidir. Mahir Çayan'ın Kesintisiz Devrim adlı kitabında." Kemalizm, emperyalizmin işgali altındaki bir ülkenin devrimci-milliyetçilerinin bir milli kurtuluş bayrağıdır. Kemalizmin özü, emperyalizme karşı tavır alıştır. Kemalizmi bir burjuva ideolojisi, veya bütün küçük-burjuvazinin veyahut asker-sivil bütün aydın zümrenin ideolojisi saymak kesin olarak yanlıştır. Kemalizm, küçük-burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanında anti-emperyalist bir tavır alışıdır. Bu yüzden, Kemalizm soldur; milli kurtuluşculuktur. Kemalizm, devrimci-milliyetçilerin, emperyalizme karşı aldıkları radikal politik tutumdur." “Kısacası, kim emperyalist boyunduruğa karşı, halkının kurtuluşu için, bütün varlığını ortaya koyarak savaşıyorsa ihtilalci de, devrimci de, ilerici de odur." DENİZ GEZMİŞE DÖNERSEK 1966'da ıstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine giren Gezmiş, henüz lise öğrencisiyken sol düşünceyle tanıştı ve kendini dönemin eylemleri içinde buldu. 1965'te Türkiye ışçi Partisi(TıP)'nin Üsküdar ilçesine üye oldu. ılk kez 31 Ağustos 1966'da Ankara'dan ıstanbul'a yürüyen Çorum Belediyesi temizlik isçilerinin Taksim Anıtı'na çelenk koymaları sırasında isçileri destekleyen ve Türk-ış yöneticilerini protesto eden gösteri sırasında gözaltına alındı. 19 Ocak 1967'de Türkiye Milli Talebe Federasyonu(TMTF) binasının yedd-i emine verilmesi sırasında çıkan olaylarda yakalandı ve bir gün sonra iki arkadaşıyla çıkarıldığı mahkeme tarafından serbest bırakıldı. 22 Kasım 1967'de öğrenci örgütlerinin düzenlediği Kıbrıs Mitingi sırasında Aşık ıhsani ile birlikte ABD bayrağını yaktıkları gerekçesi ile gözaltına alınıp daha sonra serbest bırakılan Deniz Gezmiş, Hukuk Fakültesi'nde birlikte okuduğu arkadaşlarıyla birlikte 30 Ocak 1968'de Devrimci Hukuklular Örgütünü kurdu. 7 Mart 1968'de ıÜ Fen Fakültesi konferans salonunda düzenlenen AIESEC genel kurul toplantısında konuşma yapan Devlet Bakanı Seyfi Öztürk'ü protesto ettiği için tutuklandı. MDD ve FKF solun temsilcisidir. Bu örgütler TİP dışı bir parti kurmayı tartışırlar. FKF kurultayı yapılır ve TÜRKİYE DEVRİMCİ GENÇLİK FEDERASYONU (TDGF) adını alan DEV-GENÇ in genel başkanlığına Sarp kuray seçilir. Kuray denizci subaydır. Bu esnada Zeytinyağı sakandalı patladı 1967 yılında, İzmir'de kurulu Gomel ve Zigna şirketlerinin Türkiye'den İtalya'ya ihrac ettiği zeytinyağlarının makine yağı katkılı olduğu iddia edilmişti. Bu yağları ithal eden ise Satro adlı bir İtalyan firmasıydı. İzmir'deki Gomel ve Zigna'nın ortakları ise Moiz Gomel, Sami Gomel, Mişon Moiz Neon, Nesim Neon, Moiz Azikri isimli Türk vatandaşlarıydı. Her iki firma da daha sonra haklarında açılan davalardan beraat etti. Ancak bu olay yıllarca Türk zeytinyağının aleyhinde kullanıldı ve Türkiye'nin zeytinyağı ihracatı tepe takla oldu. Türk zeytinyağı sektörünün kendini toparlaması ve ihracatta güçlenebilmesi ise yıllar aldı. Zeytinyağı skandalını anlatmak için öğrenciler Edremit, Ayvalık, Burhaniye gibi ilçelerde topantılar yaparak köylülerle görüştüler. Deniz gezmiş Ankaraya gider ve ankarada DEVRİMCİ HUKUKLULAR ÖRGÜTÜ’nün eylemlerine destek verir. Kıbrıs sorununda ABD’nin tutumu, Vietnam Savaşı, Ortadoğu’da ABD’nin İsrail yanlısı tavrı ve İsrail-Arap savaşı, 1960’lı yılların gençliğini Amerikan karşıtı bir tavır almaya sevk etti. İşte böyle bir ortamda ABD’nin Akdeniz’deki gücü 6. Filo Türkiye’ye davet edilmişti. Uzun süre karadan ve kadınlardan uzak kalan Coni’leri taşıyan 6. Filo’nun ziyareti, ülkede büyük infial yarattı. ABD askerleri, gençliğin hedeflerinden biri oldu. Aslında bize hiç yabancı değildi bu filo. Kıbrıs’taki soydaşlarımıza yardım için giden Türk gemilerinin önünü keserek harekatı engellemeye çalışan 6. Filo’ydu. İşte tüm bu acı gerçeklere rağmen, 15 Temmuz 1968 tarihinde 6. Filo’ya bağlı bir uçak gemisi, 5 destroyer Dolmabahçe’ye demirliyordu. Ancak, ABD askerleri, beklemedikleri bir tepkiyle karşılaşıyor ve Türk topraklarına ayak bastıklarına pişman oluyordu. 1960’larda gençliğin “devrimci” ve “Atatürkçü” kabarışı, 6. Filo’ya ve ABD askerlerine Türkiye’yi dar etmeye başlamıştı. İstanbul, İzmir, Trabzon’da şiddetlenen 6. Filo karşıtı eylemler, 1968 Temmuzunda zirveye çıktı. Bunda ABD askerlerinin, Türk bayrağını yırtmaları ve Türk kızlarını taciz etmelerinin büyük etkisi vardı. Urfa, Maraş ve Antep’in ruhu Deniz Gezmiş’in deyimiyle “Yeniden Kuvvayı Milliyeci” ve “İkinci Kurtuluş Savaşçısı” gençlikte canlandı. Taksim’de Deniz Gezmiş’in önderliğinde toplanan yüzlerce genç, Dolmabahçe’ye yürüyüşe geçti. “İstanbul, Amerikan genelevi, Türk kızları Amerikan cariyesi olamaz” diyen gençlerin etrafında kısa sürede halktan ve esnaftan binlerce kişi toplandı. Yakalanan tüm ABD askerleri de denize atıldı. 13 Şubat’ta Çemberlitaş’ta başlayan “Kızlar Yürüyüşü”nde taşınan pankartlarda “Türkiye 6. Filo’nun genelevi değildir”, “Türk Kadını onurunu koruyacaktır”, “Amerikalı it, evine git”, “Ya İstiklâl, Ya Ölüm” yazmaktadır. 16 Şubat 1969’da antiemperyalist gençler ve işçiler Beyazıt’tan Taksim’e “Emperyalizme Karşı Mustafa Kemal Yürüyüşü” başlattı. 40 bine yakın bir kalabalık toplandı. En önde Türk bayrağı, arkada ise şu pankartlar vardı: “Geldikleri gibi gidecekler”, “Emperyalizm ve yerli uşaklarına karşıyız”, “Sükan’ın polisi Türk olduğunu unutma”, “Öleceğiz, Atatürk’ün yolundan dönmeyeceğiz”, “Rezil Coni bir daha gelme”, “Amerikan iti toprağımızda havlayamaz”, “Amerika’yla tartışılmaz, savaşılır”, “Yaşasın ezilen dünya halklarının kurtuluş savaşları”, “Emperyalizm ve sömürüye karşı işçi yürüyüşü…” 6. Filo 10 şubat 1969 da Dolmabahçe önünde demir atmıştı. Kanlı Pazar sabahı, “din elden gidiyor” diye Anadolu’dan devşirilen insanlar namaza durduklarında kıble yönünde bu filonun gemilerinin bulunması ilginç bir görüntü oluşturuyor ve bu fotoğraf gazetelerin manşetlerinde yer alıyordu. Karaya çıkabilen Yanki’ler Dolmabahçe’de denize atılıyor, karaya çıkmak şansızlığına uğrayanlar basit su tabancalarına doldurulmuş kırmızı, mavi, siyah mürekkeple boyanıyordu. Sırtlarına ardındaki zamk tükürükle ıslatılınca yapıştırılan “Go Home” etiketleri yapıştırılıyordu. Hele çocukların bayramlarda oynadıkları çatapatlar keplerinin üstüne atıldığında Yankilerin çamur falan dinlemeden kendilerini tam siper yerlere atmaları görülecek şeydi. Neredeyse tüm kamuoyu antiemperyalist saflarda idi. Benzer “eylemler “ yapan mahalle çocuklarına eğlence çıkmıştı. İlk önce öğleye doğru ellerinde Türk Bayrakları taşıyan bir grup genç Dolmabahçe’ye kadar gelmiş; tepkilerini göstermek için Türk Bayrağı’nı yarıya kadar göndere çekmişti. Fakat bu yalnızca başlangıçtı. Bir pavyonda 150 kuruş için hesaba itiraz eden 3 Amerikan eri dışarı çıktıklarında üzerlerine boya ve katran atılmıştı.. Bu tüm İstanbul’da böyleydi. Amerikalılar, görüldükleri her yerde başta üniversiteli gençlik olmak üzere toplumun her kesimi tarafından protesto edilmekte, bindikleri araçların camları kırılmaktaydı. Amerikan askerlerine karşı girişilen eylemler. 1967-1969 yılları arasında özellikle eğlence yerlerinin ve genelevlerin bulunduğu Beyoğlu’nda Amerikan askerlerinin başlarından keplerini kapmak, üstlerine kırmızı boya atmak, üniformalarını jiletlemek, ya da kıstırıp hırpalamakla başlayan antiemperyalist eylemler askerlerin denize atılmasına kadar varmıştı. Bunun üzerine Coniler, soluğu savcılıkta almak zorunda kalmıştı. 6. Filo askerlerinin İstanbul caddede sokakta dolaşması devrimci gençler arasında büyük infial yaratmıştı. Amerikan askerleri görüldükleri yerlerde çeşitli yöntemlerle protesto ediliyordu. Dövülenler, üzerine boya dökülenler... Bunlardan en yaratıcısına bizzat şahit oldum. Kapalıçarşı’da alışveriş yapıp satın aldıklarını kocaman bir sandıkla çıkarmaya çalışan Amerikan askerlerinin sırtına devrimci gençler “Sömüren Amerika’nın Bekçisi Altıncı Filo” yazılı bir kağıt yapıştırıvermişti. Amerikalılar uzun süre bu kağıdın farkına varamadılar. İTÜ Gümüşsuyu kampusunun tam karşısında Amerikan askerlerinin kaldığı Opera Oteli. Otelin önünde oturma eylemi yapmak isteyen devrimci gençler zincir yaparak trafiği kesiyor. İstanbul, İzmir, Trabzon’da şiddetlenen 6. Filo karşıtı eylemler, 1968 Temmuzunda zirveye tırmanır. Bunda ABD askerlerinin, Türk bayrağını yırtmaları ve Türk kızlarını taciz etmelerinin büyük etkisi olur. 17 Temmuz akşamı da İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri, Gümüşsuyu’nda Amerikan askerlerinin yatmakta olduğu oteli basar. İstedikleri tek bir şey vardır: Bu topraklardan Amerikan askerlerinin defolup gitmeleri. Amerikalılar şaşkınlık içindedirler. ABD ve emperyalizm karşıtı gençliğin protesto yürüyüşleri, artık tüm İstanbul’u sarmıştı. “Amerikalı it, evine git”, “Bağımsız Türkiye” sesleri artık 7’den 70’e herkesin kulaklarında yankılanmaktaydı. Amerikan askerlerini İstanbul sokaklarından Türk polisi toplamak zorunda kalmıştı. Temmuz ayında, İstanbul’da sürekli protesto edilen ve tartaklanan ABD askerlerinin korunması için, dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan, emniyet teşkilatına kesin talimat vermişti. Polis, o akşam verilen emre uyarak İTÜ yurdunu basar. Protesto gösterilerine katılan öğrencilerden İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Vedat Demircioğlu, yurdun penceresinden düserek ağır yaralanır. Demircioğlu, hemen Taksim İlk Yardım Hastanesi’ne kaldırılır. Ancak, 24 Temmuz 1968 Çarsamba günü hayatını kaybeder. Arkadaşlarını kaybeden öğrenciler, protesto gösterilerini yoğunlaştırır. Taksim’den yüzlerce genç, Dolmabahçe’ye doğru yürüyüşe geçer. “İstanbul Amerikan genelevi, Türk kızları Amerikan cariyesi” olamaz diyen gençlerin etrafında kısa sürede halktan ve esnaftan binlerce kişi toplanır. Yakalanan tüm ABD askerleri denize atılır. Olaylar 25 Temmuz’da Beyazıt’ta yaşananlarla sınırlı kalmaz. 23 Temmuz akşamı başlayıp geç saatlere kadar devam eden bir başka olay daha yaşanır. Vedat Demircioğlu’nun cenazesinin Konya’ya getirileceğinin belli olması üzerine Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) Emperyalizmi Kınama mitingi düzenlemek ister. Ancak Konya’daki dini yapılı esnaf örgütleri ve Komünizmle Mücadele Derneği bu mitingin yapılmasına karşı çıkarak daha sonraki yıllarda çokça göreceğimiz üzere (Kahramanmaraş, Malatya, Çorum, Sivas benzeri...) konya halkını sokağa dökmeyi başarırlar. Kenti yakıp, yıkmaya başlayan bu gözü dönmüş kabalıklar, Yeni Konya gazetesini, ilerici kitapevi ve kurumlara saldırdılar. İki kitabevi yakılmış, Sokak başlarında kitaplar yakılır. Hızını alamayan kalabalık bu kez hedeflerini büyüterek kentteki eğlence yerlerine, kulüplere yönelir. Saldırılar sırasında meydana gelen karışıklık nedeniyle kentin elektrikleri de kesilince olaylar daha da büyür. Son durak Konya Orduevi’dir. Askeri birliklerin müdahalesi ile saldırılar son bulur. Mehmet şevki Eygi günler süren bir kampanya ile “dinsiz komünistlere” karşı Müslüman halkı “din elden gidiyor” mantığı ile kışkırtan yazılar ile ayağa kaldırmaya çağırıyordu. Bir yazısında eygi şöyle diyordu. ‘Rusya ve Çin, Allah’ı inkâr ediyor; Amerika ise Allah’a inanıyor. Dini var. Amerika’da İslâmiyeti yayabilmek hürriyeti var. Amerika inançlarımıza hürmet ediyor. Amerika ehvendir (Zararsız), ehaftır (Hafif). Rusya kızıl kâfirdir. Amerika ise ehlikitâptır.” 15 Şubat'ta, Bugün gazetesinin yazarı Mehmet Şevki Eygi de daktilosunun başında, ertesi gün çıkacak yazısına hazırlanıyordu. Öyle lafı eveleyip geveleme zamanı değildi. Hedefe tam ortasından vurmak gerekirdi. Eygi, önce yazısının başlığını koydu: "Cihada hazır olunuz." Ve devam etti: "Büyük fırtına patlamak üzeredir, Müslümanlar ile kızıl kâfirler arasında topyekûn savaş kaçınılmaz hale gelmiştir... Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tesbiğimi çekerim... Etliye, sütlüye karışmam deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç, bak!.. Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli mi var? Biz de ayni silahları kullanmaktan aciz değiliz... Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır.” ...Bilmiş olunuz ki, büyük fırtına patlamak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kafirler arasında topyekun savaş kaçınılmaz hale gelmiştir. İmtihan günleri gelip çatmıştır. Kaderden kaçmak, kurtulmak ne mümkün. "Komünizm küfrüne karşı derhal silahlan. İslam'da skerlik ve cihad ihtiyari değildir, mecburidir. Allah ve ona kulluk borcunun içinde cihad farizasının da bulunduğunu bir an bile unutma. Stalin ve benzeri deccallerin piçleri olan kızıl veletler sokaklara dökülüp Türkiye'yi yıkmak isterlerse bütün Müslümanları karşılarında bulmalıdırlar... Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmaktan aciz değiliz. " Herkes vazifeye koşsun, herkes komünizm küfrüyle savaşa hazırlansın. Komünistler ve onları destekleyen hain şahıs ve müesseseler kahr edilsin... Bir Müslüman yüz komüniste bedeldir. Müslümanlar, komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine yardımcı olsunlar." Eygi'nin yazısının sonunda yine bir not vardı: "Not: "Bir şeyler" olursa, silahlar patlar patlamaz, vazifeye koşmağa çalışacağız. İnşallah kızıl kafirlerin, Deccal uşağı dinsizlerin tepelerine birer intihar uçağı gibi ineceğiz... Mehmet şevket eygi. Adapazarı’ndan ve diğer yerlerden “din elden gidiyor” mantığıyla toplanan halk devlet içinde yer alan güçlerin de yer aldığı bir tertip ile hazırlıklarını yapıyorlardı. Adapazarı Vagon Fabrikasında tornada tezgâhlardan çıkmış iki kamyon sopa yaptırılıyordu. İstanbul Bayazıt Meydanı’nda ABD’nin 6. Filo’sunu protesto etmek için 76 gençlik örgütü toplanmıştı. En önde Türk bayrağı, arkada şu pankartlar vardı: “Geldikleri gibi gidecekler”, “Emperyalizm ve yerli uşaklarına karşıyız”, “Rezil coni bir daha gelme”, “Amerikan iti toprağımızda havlayamaz.” Beyazıt’tan başlayıp Taksim’de sona erecek olan anti-emperyalist, bağımsız Türkiye miting için işçiler, öğrenciler toplanmaya başlarken, aynı saatlerde Beyazıt Camii ve Dolmabahçe Camii doluyordu. Fakat bu sefer Amerikan muhiplerin sayısı oldukça artmıştı.. Bir 68 li olan ATİLLA SARP 22 EYLÜL 2012 DE ŞÖYLE YAZMIŞTI. “bütün memleket dinamiklerinin balyozla ezildiği, her gün onlarca memleket evladının öldüğü, yüzlerce memleket evladının yaralandığı Cumhuriyet tarihimizin bu en karanlık sürecinin çözümlenmesi isteniyorsa Taylan Özgür Cinayeti’nin bütün boyutlarından işe başlamak doğru olacaktır. Deniz Gezmiş her şeyin bu cinayet üzerine kurgulandığı konusunda bize uyarıda bulunmuş olabilir. Yanına gömülmek istemekle Şunları artık biliyoruz. Erdal Gökyüzü öğrencilerin içine sokulmuş ajandı. Dondurmacı Muzaffer bir provakatör. Bülent Arınç Faruk Sükan’ın içişleri bakanlığından burslu, korunan bir sağcı militan. Dahası da var… Ama bu yetmiyor. 23 Eylül 1969 günü Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin bekası adına MİT tarafından gençliğin içine sokulmuş resmi görevlilerin isim listesi açıklanmalıdır.” Yaşar Okuyan olanları şöyle anlatıyordu: “O süreç içerisinde bir gün bir söz ortaya atıldı. ‘Komünistler yürüyüş yapıyor, Taksim’i işgal edecekler, biz buna karşı eylem yapacağız’ deniliyordu. (…) ıki kamyon yanaştı, (MTTB’nin yanındaki sokağa ) orada sopalar çıktı balyalar halinde. Mavi kurdeleler… ”Mavi kurdeleler ne olacak diye sorduk. Dediler ki; bu mavi kurdeleleri Taksim’de meydana girerken yakanıza takın, bu iki şeyi gösterir; Birincisi orada bir kargaşa olursa siz birbirinizi tanımış olursunuz. ıkincisi de –polislerin de bilgisi var- mavi kurdeleyi takanlar antikomünist olacak. (Biz ülkücü gençler olarak katılmadık) (…) Mehmet şevki Eygi diye bir gazeteci var. Gazeteden çağrılar yapıyordu. “Komünistler, Moskova uşakları geliyor, dinimize küfrediyorlar.” gibi yazılarla 10-15 gün boyunca tahrik etmişti. Toplu olarak sabah namazları organize ediyordu. Böyle bir alt yapı oluşturmuştu.” Böyle bir ortamda, tam 76 sivil kuruluşun katılımı ile ve yasal tüm gereklilikler yerine getirilerek yapılan başvurular sonucu “Emperyalizme ve Sömürüye karşı ışçi Yürüyüşü” saat 14.00 gibi Beyazıt Meydanından başlatıldı. 25-30.000 civarındaki yürüyüş kolu, yolda katılımlarla 40.000’e ulaşmıştı. Duran Erdoğan ve Ali Turgut Aytaç saldırganlarca öldürülmüş, 200 civarında yaralı verilmişti. Sokak aralarında mevzi kavgaları verilmişti. Sıra selviler caddesindeki kavganın önde gelenleri arasında Mahir ve Arolat Osman da vardı. Dönemin “solcuların nefesini bile kokladığını” söylemesiyle ünlü ıçişleri Bakanı Dr. Faruk Sükan saldırganları değil olayın mağdurları olan saldırıya uğrayanları suçlayan açıklamalar yaptı. Aralarında günümüzün bakanlarından Ertuğrul Günay’ın, o sırada cezaevinde olan Deniz Gezmiş’in de bulunduğu 48 kişi suçlanıyordu. 16 şubat 1969 günü devrimci geçmişimizde Kanlı Pazar olarak belleklere kazıldı. 2 Mayıs'a kadar tutuklu kalan Gezmiş, 30 Mayıs'ta 6. Filo'yu protesto ettiği için yargılandı ve beraat etti. Öğrenci eylemleri içinde etkinliği giderek artan Deniz Gezmiş, 12 Haziran 1968'de ıstanbul Üniversitesi'nin işgal edilmesinde önderlik etti. işgal Konseyi adına İÜ Senatosu ile Baltalimanı'nda yapılan görüşmelere katılan öğrenci heyetinin içinde yer aldı; öğrenci haklarının elde edilip işgalin sona erdirilmesinde etkili oldu. işgalden kısa bir süre sonra İstanbul'a gelen 6.Filo'yu protesto eylemlerinde yer alan Gezmiş, 30 Temmuz'da bu eylemlerden dolayı tutuklandı ve 20 Eylül'de serbest bırakıldı. Lisedeki faaliyetleri TİP ile devam eden gezmiş 7 kasım 1966 günü İstanbul üniversitesine başlar ve üniversitede eylemler , işgaller öğrencilerin ilişiğinin kesilmesi gibi olaylarla dolu yıllardır bu yıllar FKF etkindir. İstanbul üniversitesini işgal eden öğrenciler arasında Deniz gezmiş ve Celal doğan gibi öğrenciler vardır. Rektör ve öğretim üyelerini okuldan çıkartan öğrenciler okula tamamen hakim olurlar ve Deniz gezmiş ilk olarak tutuklanır. Deniz gezmiş , üniversiteden ihraç edilir. Aynı zamanda polis tarafından aranmaktadır hukuk fakültesi dekanı prof. Dr. Orhan aldıkaçtı’nın odasına giren deniz “ hocam bu böyle devam etmez “der ve masaya yumruğunu vurarak masanın camını kırar ve “benim durumum ne olacak “ dediğinde dekan “Az gelişmiş bir ülkenin camını kırdın, olan oldu “ demiştir odaya giren iki polis denizi tutmuş ve dekan aldıkaçtı “öldürün bunu” diye bağırdı. Polislere müdahele eden öğrenciler Denizi kaçırırlar. Ancak tutuklanır ve tahliye edilir. İ.Ü. öğrenci derneği başkanı Cavit kavak “denizi okuldan atanı bizde okuldan atacağız” Danıştay’a Üniversiteye geri dönmek için dava açan deniz tekrar hak kazanır. Filistine İsrail tarafından 1967 yılında çok büyük ölümler ve yıkımlar yapıldı ve sol örgütler açıklama yaparak israile karşı arap halklarını desteklediklerini ve hiçbir ülke israile silah ve harp aracı vermemeli. Kıbrısda Türk halkının ezilmesi için kulanılan 6. Filoya bu sefer arap ülkelerine karşı kullanırken Türk limanlarından ikmal yaptırılmamalı. Türkiyedeki üs ve tesisler arap ülkelerine karşı kullanılmamalıdır.bu savaş yoksul arap ülkelerinin saldırgan israile karşı yaptığı bağımsızlık savaşıdır. Türk siyasi iktidarı bu esnada israili desteklemiştir. Sağ gruplar filistine fazla ilgi duymamaktadır. İsrail ile amansız mücadele eden EL-FETİH örgütünü anarşist sol örgüt olarak görmektedirler. Deniz gezmiş ve arkadaşları Filistine giderler burada eğitim almak için burada el fetih kamplarında silahlı eğitim alırlar. Haziran -ağustos arası üç ay Filistin’de gerilla eğitimini, silah kullanmayı, Filistin davası konferanslarını görürler. Deniz gezmiş Ankaraya gelir. Filistindeki Kamplara operasyon yapan İsrail komandoları yüzlerce Türk gerillayı öldürmüştür. İsrailin bıraktığı militanlardan bir tanesi Gazeteci Cengiz çandar ‘dır. İsrail istihbaratı ile işbirliğinden söz edilmektedir. Olayda Ali Ergun ve Hüseyin Tüysüz ise yaralı olarak kurtuldu. Yanlarında gazeteci Cengiz Çandar da vardı. Olay öncesi kamptan kuşkulu bir şekilde ortadan kaybolmuştu. Eymür “operasyonun” MİT ile “ABD ve İsrail servisleri” işbirliğiyle yapıldığını yazdı. İddiasına göre, 1973 Ocak ayında Filistinli 'Kara Eylül' örgütünün bir grup militanı, Türkiye üzerinden Avrupa'ya eyleme giderken yakalanır. Sorgularına Mossad da katılır. Bu sırada Filistin kamplarında kalan Türklerin de yerlerini tarif ederler ve serbest bırakılırlar. İsrail'e dönen ekip operasyona karar verir. Eymür şunları ekler: “Sorgu bittiğinde MİT karargâhı, teröristler hakkında herhangi kanuni bir işlem yapılmamasını ve Suriye’ye sınır dışı edilmeleri talimatı verdi. İsrailli görevliler de ülkelerine döndüler. 2-3 gün kadar kısa bir süre sonra, belki de sınır dışı edilen teröristler Lübnan’a daha ulaşamadan, dünya basın ajansları, İsrail’in FKÖ terör kamplarına baskınını haber verdiler. İsrail güvenlik teşkilatları, terör işbirliği çerçevesinde Türk servisinden aldıkları bilgiyi vakit kaybetmeden operasyona çevirmişti. 68 KUŞAĞINDAN GÜN ZİLELİ şöyle der. Cengiz de hepimiz gibi ateşli bir Maocu olmuştu doğal olarak. Ne var ki, dil bilmesine rağmen Cengiz, Halil Berktay ve Şahin Alpay gibi, bizi Maocu literatürle “aydınlatmak” konusunda o zaman çok büyük bir performans göstermemişti diye hatırlıyorum. Çünkü Cengiz, işin teorik faslındansa “caka”sıyla daha çok ilgiliydi Şahin alpay o kamptaydı bu günlerde fetodan içerde. o sırada oğlu Bora gözen öldürülen anne Fahriye gözen 51 yaşındaydı oğlunun yurt dışında yaşadığı söylendi ve anne kocası ölünce veraset ilamı çıkartmak için gittiğinde oğlunun öldüğünü 1982 yılında öğrendi ve faik bulut ile buluşup gerçeği anlatmasını istedi. Bu mücadele içerisinde de üzücü, istenmeyen olaylar yaşanmış. Bunlardan en hazin olanı ise, İlyas Aydın meselesidir. Subay olan İlyas Aydın’ın mücadelenin artık çok sertleştiği vakitlerde tutarsız davranış ve söylemleri, ajan kuşkusu uyanmasına neden olmuş. Teslim Töre ve Filistin’deki THKO ekibi tarafından yapılan sorgulama, infaz ve defnedilmesi yine kendisi gibi havacı olup Orhan Savaşçı gibi havacı bir yüzbaşı olan THKP-C’nin kurucuları arasında yer almış, uzun yıllar cezaevinde kalmış bir insan tarafından vakanın aslı anlatılıyor. Çatışmadan önce Mahir çevresini kuşatan birliklere bağırmıştı: ‘MİT’çiler İlyas’ınızı da getirin!’ Türkiye’den gelen haberler ‘ajan’ olduğunun ispatı sayıldı. Kampta sorguya alındı. Sorgulayan Teslim Töre’ydi. Gülten Çayan da Fransa’dan geldi. Sorgu kayda alındı. Sorgu sonunda İlyas Aydın yaşamını kaybetti. Ve bugüne kadar ajan olduğu kabul edildi. Ancak asla bu doğru değildi. Filistinde FAİK BULUT Faik bulut yaralı tutuklanmıştır. 7 yıl 2 ay İsrail cezaevlerinde yattığı sırada İbranice, İngilizce, arapça, farsça öğrenmiştir. 30 kitap yazmış feto örgütü hakkında yıllar önce kitap yazan yazardır. “Deniz Gezmiş’lerin efsanesiyle büyüdüm, Dev-Genç çatısı içinde yer aldım, Aydınlık geleneği içinde yer aldım” diyerek referanslarını sergileyen Faik Bulut, İsrail askerlerinin bir operasyonuyla yaralı olarak ele geçirilip tutuklandı. İsrail’in FKÖ kampına yönelik 1973 operasyonu sırasında kampta bulunan ve aralarında Bora Gözen’in de bulunduğu 8 kişilik Aydınlıkçı grup operasyon sırasında öldürülürken beş kurşunla yaralanan Faik Bulut sağ olarak ele geçirildi. Ele geçirilen Bulut MOSSAD tarafından 20 gün sorgulandıktan sonra İsrail yargı organları tarafından hapis cezasına çarptırıldı ve 1980’e kadar ceza evinde kaldı. Bulut, 7 yıl 2 ay İsrail’de tutuklu kaldı. Faik Bulut, Filistin de kaldığı sürede anadili Kürtçe dışında Arapça, İbraniceyi öğrendi. Bunların dışında İngilizce, Fransızca ve Farsça biliyor. Bulut, yazar olarak hayatını sürdürüyor. Milli Demokratik Devrim(MDD) görüsünü benimseyen Deniz Gezmiş, bu görüşün özellikle devrimci öğrenciler arasında yayılmasında etkili oldu. Ekim 1968'de eylemlerde birlikte olduğu Cihan Alptekin, Mustafa ılker Gürkan, Mustafa Lütfi Kıyıcı, Cevat Ercişli, M.Mehdi Beşpınar, Selahattin Okur, Saim Kurul ve Ömer Erim Süerkan'la birlikte Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB)'ni kurdu. 1 Kasım 1968'de TMGT, AÜTB, ODTÜÖB,mili devrim derneği, aşıklar derneği, FKF ve DÖB'ün başlattığı Samsun'dan Ankara'ya Mustafa Kemal Yürüyüşü'nü düzenledi. Yayınlanan bildiri şöyleydi. “ 1919 da başlayan Mustafa kemal devrimi kendisinden sonra gelen yöneticiler tarafından amacından saptırılmış, cumhuriyetin bütün kurumları yozlaştırılmıştır. Bu gün Türkiye’miz dünyada ilk anti-emperyalist ve anti kapitalist devrimi gerçekleştiren Mustafa kemal’e rağmen yabancıların desteklediği karşı devrimcilerin etki alanına girmiştir. Biz Mustafa kemal gençliği olarak, saptırılan devrimi rayına oturtmaya azimliyiz, kararlıyız, bu gün başlayan yürüyüşün amacı budur” Yürüyüşe katılanlar Deniz gezmiş , hüseyin cevahir, Doğu perinçek, Kazım Kolcuoğlu, oral çalışlar, Cengiz çandar, kadri kaplan ve diğer Yürüyüş başlar ve samsundan 20 km uzaklaştıktan sonra 24 öğrencinin önü kesilir izin alınmadığı için karakola götürülür. Mahkemeye çıkarılırlar Bozkurt Nuhoğlu hakime “ sayın yargıcım burada 24 öğrenciyi değil Mustafa kemali ve O’nun ilkelerini yargılıyorsunuz” Yargıç bunun üzerine elinden kalemi bırakarak. “Ne bu gün ne de bu günden sonra hiçbir hakim Mustafa kemali ve O’nun ilkelerini yargılayamaz “ diyerek davayı erteler. Ankara’ya gelen gençler Anıtkabir’e giderken DTCF basılacak , hademeler öldürülecek o gece darbe olacak söylentileri çıkarıldı. Böylece Provakasyon’a karşı öğrenciler yürüyüşü Ankara girişinde sonlandırdılar. Ardından 28 Kasım 1968'de ABD büyükelçisi Kommer'in gelişi sırasında Yeşilköy Havaalanı'nda düzenlenen protesto gösterileri nedeniyle tutuklandı ve bir süre sonra serbest bırakıldı. Parker Hart 'dan boşalan ABD'nin Ankara Büyükelçiliğine, Güney Vietnam'da “Barışı Koruma Programı Müdürü” olan CIA ajanı Robert Kommer 'in getirildiği Beyaz Saray tarafından açıklanır. “Barışı Koruma” yani Türkçesi “ hükümet darbesi yapmak, karşı devrimi tezgahlamak, işkence tezgahlarını açmak, seçimlere para yatırımı yapmak, iç savaş çıkartmak “. Bütün bunlar 'özel harekât' ve Amerikanca deyimi ile 'special operations' ca yapılan işlemlerdir. Ankara Amerikan Büyükelçisinin Türkiye'den önce Vietnam'da 'pasifikasyon' hareketini yönetmesi de gene CIA programı içinde bulunmaktadır. Bu programa göre 15 milyonluk Güney Vietnam halkının % 90'ı, 11.000 stratejik köye veya dikenli tel ve mayınlarla çevrilmiş kamplara toplanmıştır. Bu program Türkiye'de pek iyi tanıdığımız AID (Amerikan Yardım Teşkilatı) eliyle yürütülmüştür. Kommer, Vietnam’da , Amerikanın işgaline karşı yurtlarını savunan yurtseverlerin, Vietkongların pasifize edilmesi alanında ortaya attığı parlak fikirlerle dikkat çekmişti. Vietnam’da Milli Kurtuluş Hareketine karşı yürütülen sindirme hareketinin yöneticisi, Vietnam halkının celladı idi. “Sindirme” “Pasifikasyon” ;“Komünistleri kendi oyunları ile yeneceğiz, horozlarını boğazlayacağız, gerekirse kadınları ve çocukları da; bu, komünistlerin halk üzerindeki etkisini silene dek sürecek...” diyen CIA’nın Sahra Kuvvetleri, Eyalet Keşif Birlikleri adı altında yaratılan “korucu” güçleri, Özel şube adıyla anılan korkunç işkence merkezleri, zindanlarda başlatılan “pişmanlık” kampanyaları ve katliamlar, Stratejik Köy ya da Toplama Kampları, Devrimci Kalkınma Programı adı altında uygulanan kandırma çabaları, vb. hepsi Kommer’in döneminin başlıca uygulamaları olarak öne çıktı. Köylerin yakılması, kelle avcısı özel timler, ispiyon şebekeleri ve bütün diğer kirli işler... Komünist bir teğmenin kellesine 42 dolar, eyalet komutanınkine 4200 dolar. Işte Honcho (Kasap) adıyla anılan görünürde ABD Vietnam Büyükelçisi Robert Kommer..Vietnamda böyle koruyordu barışı. Meslekdaşlarının şimdi Irak’ta “özgürlüğü” getirip koruduğu gibi. Sonradan, tam da devrimci mücadelenin geliştiği yıllarda 1969’da Türkiye Büyükelçiliğine atandı. Kommer’in Ankara’ya Büyükelçi olarak atanmasını devrimci gençler büyük bir tepki ile karşıladılar. Kommer’i getiren Uçağı karşılamak üzere ODTÜ ve Ankara Üniversitelerinde öğrenim gören gençler 28 Kasım 1968 Perşembe günü dersleri boykot ederek Esenboğa Havaalanına gittiler. Kommer’i karşılamaya gelen resmi protokolün aksine gençlerin elinde çiçek buketleri değil, çürük yumurta ve domatesler vardı. Kommer havaalanı binasına uğratılmadan, iniş pistinin ucundan alınarak gizlice şehre götürüldü. Kommer , kendisine yöneltilen protesto gösterilerini ciddiye almadığını göstermek veya protestonun ciddiyetini test etmek üzere ODTÜ öğrencilerinin şaşkın bakışları arasında 1969 model 'Cadillac' marka, siyah renkli, 06 CA 001 plakalı makam otomobiliyle, 6 Ocak 1969 Pazartesi günü, saat 12.30'da ODTÜ'ye geldi. Gözlerine inanamayan gökte aradıkları Kommer’i yerde bulan öğrenciler ilk şaşkınlıkları geçer geçmez bu inanılmaz olayı tüm kampusa duyurdular. Kommer'in otomobilini ilk olarak, rektörlüğün hemen yanında ve karşısında olan kantin, kütüphane ve kimya laboratuvarında bulunan öğrenciler fark etti Mustafa Yalçıner , Kommer'in ODTÜ'ye geldiğini arkadaşlarına haber vermek için yurtlara koştururken, Mimarlık Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi Hamid Yakup isimli İranlı bir öğrenci de, ODTÜ SFK'ye giderek, arkadaşlarına seslendi: ''Haberiniz var mı? Kommer'in otomobili rektörlüğün önünde'' .Sinan Cemgil, Hüseyin ınan, ırfan Uçar, Halil Çelimli, Yusuf Aslan, Tuncay Çelen, Mehmet Akın Atauz, ıbrahim Seven, Ulaş Bardakçı, Mete Ertekin, Sait Big, Serdar Haybat, Mustafa Taylan Özgür ve birkaç öğrenci, hızla olay yerine gittiler. Birkaç öğrenci, ODTÜ Rektörlük binası önünde parketmiş ABD Büyükelçisinin makam otomobilinin yanına gelerek şoför Nidai Cemal 'den, kapı ve kontak anahtarlarını istedi. şoför, anahtarları vermedi. Bunun üzerine öğrenciler arabayı taşa tutttular ve 'çimlere basmayınız' yazılı demirleri sökerek arabanın camlarını kırmaya başladılar. Rektör Kurdaş ile ODTÜ Öğrenci Birliği Başkanı ıskender Odabaşıoğlu , bu arada, öğrencilerin arasına karışarak eylemcileri engellemeye çalıştı. Rektör Kurdaş'ın uzaklaşmasından sonra Sinan Cemgil, Hüseyin ınan, Akın Atauz, ıbrahim Seven, Halil Çelimli, Tuncay Çelen, ırfan Uçar, Ulaş Bardakçı, Yusuf Aslan, Mustafa Taylan Özgür, Kommer'in otomobilini ilkönce tutarak sallamaya ve sarsmaya başladılar. Kommer'in otomobilini sarsan ve sallamaya çalışan öğrenciler, sonra havaya kaldırarak devirmek için bir süre uğraştılar. Fakat otomobil çok ağır olduğu için deviremediler. Civardan bulunan bir çelik boruyu, manivela gibi kullanarak Kommer'in otomobilini ilkönce yan, sonra ters çevirdiler. Ters çevrilen otomobilin benzin deposundan benzin akmaya başladı. Hüseyin ınan, Sinan'ın boynundaki kaşkolu alarak; ters çevrilmiş ve benzin akıtan otomobilin benzin deposunun kapağını açar ve kaşkolu deponun içine sarkıtıttı. Benzin emdirdiği kırmızı siyah çizgili uzun kaşkolu otomobilin değişik yerlerine vurarak , otomobili, benzinle buladı. Ve kibriti çaktı.Otomobili söndürmek için gelen itfaiye öğrencilerin engeliyle karşılaştı. Ateş alan Otomobilin etrafında toplanan binlerce ODTÜ’lü Amerikan emperyalizmini ve Kommer’i ve Kommer’in ODTÜ’ gelmesine izin veren Rektör Kurdaş’ı saatlerce protesto ettiler. Rektör Kemal Kurdaş da basın toplantısında olayı şöyle aktarıyordu : "Her yönü ile yerilecek bir kaba kuvvet gösterisi oldu. Rektöre bir nezaket ziyaretinde bulunan, dost bir elçinin arabası herkesin gözleri önünde gösteriler arasında yakıldı.” Kurdaş’a göre, Kommer, ismini “övgüyle duyduğu” üniversiteye gelmek istediğini üçüncü kez Rektöre söylüyordu. Ancak, Rektör, "Bu fırtına estiği sürece Kommer’e fazla yakınlaşamazdım. Ama üniversiteme 7.700.000 dolar yardım yapacak bir ülkenin elçisine karşı uzak da duramazdım" diye kendini savunuyordu. Kurdaş “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan” oldu. Ne ısa’ya ne USA’ya yaranabildi. Bir işkenceciyi, bir CIA ajanı “kasabı” “dost bir elçi” olarak bağrına basarak “öğrencilerini”; koca kadillaklarını yakılmasını önleyemeyerek; “polisin” Üniversiteye girmesine izin vermeyerek “dostlarını” “incitti”. ODTÜ Direniş Komitesinin Bülteninde şu satırlar yer alıyordu : "6 Ocak 1969. Öğle üzeri kalabalık büyüdü. Geri bırakılmışlığın ve bağımlılığın öfkesi gibi büyüdü. Sonra yüreklerdeki bağımsızlık ateşi gibi arabayı sarıverdi ODTÜ’de yakılan araba devrimci gençler tarafından 2. milli kurtuluş savaşının meşalesi olarak adlandırılıyor ve Türkiye’nin her yerinde birbiri ardına, anti-emperyalist gösteri ve etkinliklerle ABD emperyalizmi, Kommer ve işbirlikçi iktidar protesto ediliyor, bildiriler ve özel gazetelerle Kommer olayı ve nedenleri Türkiye halkına anlatılıyordu. ABD elçisi Kommer ise basın açıklamasında şunları söylüyordu:"Müttefik bir ülkenin temsilcisinin, büyük bir Türk üniversitesi rektörü tarafından öğle yemeğine davet edildiği bir sırada, otomobilinin ufak bir müfrit grup tarafından ateşe verilmesi gerçekten üzücü bir husustur." Ne varki başta ODTÜ gençliği olmak üzere, Türkiye halkı “ufak bir müfrit gruba” sahip çıkıyordu. 3000 ODTÜ öğrencisi Rektörlüğe dilekçe vererek, “Kommerin arabasını biz yaktık’” diyerek, tutuklanan arkadaşlarının serbest bırakılmasını , ya da kendilerinin de tutuklanmasını istiyorlardı. komplo, tersine çevrilmişti. TCK 128. Maddesi ile idam talebiyle tutuklanan ve “vatan haini” ilan edilmek istenen “Kommerciler”i , halk “vatansever” olarak bağrına basıyordu. “Kommerciler” in vekilliğini yüzden fazla avukat “gönüllü” olarak üstleniyordu. Gençlerin yargılandığı Ankara Anafartalar Adliyesini, gençler ve halk doldurmuştu. Duruşma salonunda ayakta durmak için bile yer kalmadığı gibi, kalabalık Adliye Sarayının dışına Anafartalar caddesinie taşmıştı.Av. Halit Çelenk başkanlığındaki “hukuk ordusu” gençleri savunuyordu. Gençlerin yargılandığı TCK 128.madde “ıki ülke arasının açılması ve savaşa neden olunması”nı içermekteydi. Savaş çıkarsa idam, çıkmazda sadece “ara açılırsa” müebbet hapis cezasını öngörüyordu. Avukatlar; “bu olayın Türk-Amerikan dostluğunu zedeleyip, zedelemediğinin ABD Dışişleri Bakanlığından sorulmasını istedi. Gelen cevap muhteşemdi “ Bu hareket iki dost ve müttefik ABD ve Türk Hükümetleri arasındaki dostluk ilişkilerini daha da kuvvetlendirmiştir”. O halde gençlere ceza değil “madalya” verilmeliydi. 128. madde düştü. Gençler sadece “toplu ızrar “ suçundan altı ay ceza alarak tahliye edildiler. Gençlerin tahliyesinden sonra daha da gelişen antiemperyalist gösteriler ve hareketler sonucu ABD Kommer’i geri çekmek zorunda kaldı. Böylelikle “Honçho (kasap-işkenceci) olarak adlandırılan Vietnam Pasifikasyon uzmanı ve CIA ajanı Kommer’in kısa süren Türkiye macerası 7 Mayıs 1969 da sona erdi. Kommer 78 yaşında, 9 Nisan 2000 yılında “felç geçirerek” Amerika’da öldü. Ölene kadar başka ülkelerde, başka canların yanmasına “hizmet” etti. “Meslektaşları” şimdi Irak’ta,Suriye’de, Yemen’de, Afganistan’da can yakmaya, çoluk çocuk demeden Müslüman halka eziyet etmeye, evlerini, tarlalarını yakmaya , katletmeye, işkence ve tecavüzlere devam ediyor. İstanbul Üniversitesi'nde sağcı güçlerin 16 Mart'ta girişmis olduğu hareketlere öğrenci kitlesiyle birlikte karşı koyan Gezmiş , bu eylemi gerekçe gösterilerek 19 Mart'ta yeniden tutuklanarak 3 Nisan'a kadar hapis yattı Ardından 31 Mayıs 1969'da ıÜ Hukuk Fakültesi öğrencilerinin, reform tasarısının gerçekleşmemesini protesto için giriştikleri işgale önderlik etti. Üniversitenin kapatılıp, polise teslim edilmesi nedeniyle çıkan çatışmalarda yaralandı. Hakkında gıyabi tutuklama kararı olmasına rağmen hastaneden kaçan Gezmiş, Haziran'ın sonunda Filistin'e gitti. Filistin'e gitmeden önce 23 Haziran 1969'da TMGT'nin topladığı 1. Devrimci Milliyetçi Gençlik Kurultayı'na kendisi gibi haklarında tutuklama kararı olan FKF Genel Başkanı Yusuf Küpeli ile birlikte bir mücadele programı gönderdi. Eylül'e kadar Filistin'de gerilla kamplarında kalan Deniz Gezmiş,1 Eylül 1969'da, 10 Haziran'da "üniversiteyi işgal" ettiği gerekçesiyle Hukuk Fakültesi'nden ihraç edildi. Hakkında tutuklama kararının olduğu bu dönemde gazetecilere gizlendiği yerden demeçler verdi. 23 Eylül 1969'da Hukuk Fakültesi'nde olduğu sırada haber verilen polislerin de fakülteye gelmesi üzerine teslim olan Gezmiş, 25 Kasım'da serbest bırakıldı. Ancak Yıldız Devlet ve Mühendislik Akademisi'nde Battal Mehmetoğlu'nun sağcılar tarafından öldürülmesinden sonra okulda yapılan aramada, ele geçirilen dürbünlü bir tüfeğin Gezmiş'e ait olduğu öne sürülerek hakkında yeniden tutuklama kararı alındı. 20 Aralık 1969'da yakalanan Gezmiş, kendisiyle birlikte tutuklanan Cihan Alptekin'le birlikte 18 Eylül 1970'e kadar tutuklu kaldı. Bundan sonra öğrenci eylemlerinden uzaklaşarak, mücadelesini değişik alanlarda sürdürmeyi planladı. Sinan Cemgil ve Hüseyin ınan'la birlikte THKO'yu kurdu. THKO İlk olarak 29 aralık 1970 günü Ankara da ABD büyükelçiliği önündeki polisleri silahla tarayıp yaralarlar. 1-ocak 1971 Tağmaç “ Eylemler ve anarşik olaylar devletin temelini sarsacak hale geldi. Ordu durumdan endişe ediyor.” 1971 darbesinde Sansaryan Han’daki işkenceler sırasında polisler önemli bir delil buldu; devrimcilerin hemen çoğunda aynı tip mavi ya da kırmızı külot vardı. Sordular; “bu donların anlamı ne; mavi ile kırmızının farkı ne; bunlar THKO’nun rütbeleri mi?” İşkencedeki sporcu gençler gülmemek için kendini zor tuttu, “bunlar” dediler; “ODTÜ Spor Kulübü’nün donları!” 16 Ocak 1971 günü gece vakti ODTÜ rektörü E.inönü’nün evinin telefonu çalar karşıdaki kendini Deniz olarak tanıtır. Hangi deniz diyen İnönü’ye Deniz gezmiş der. Ne istiyorsun dediğinde “beni çok sıkştırdılar üniversiteye gidip orada saklanmak istiyorum, beni saklayın” olmaz öyle şey der. Peki ne yapayım git polise teslim ol, polise teslim olmam . öyleyse polise ben telefon ediyorum bu konuşmadan sonra evde patlama olur ve ev hasar görür. Deniz ve arkadaşları ( Yusuf, sinan, Alparslan, hüseyin ve deniz) iş bankası Emek şubesini soyarak 124 bin liraya el koyarlar. İş bankası onlara göre en büyük işbirlikçidir. Bu banka Türkiyedeki yabancı sermaye ile işbirliği yapan, Türk halkını sömüren , halkın zararına çalışan ve DP yi iktidara getiren iş bankası olduğunu söylerler. Bu soygunu savunmak için kuvayı milliyeciler İzmir valisi rahmi beyin oğlunu kaçırarak 50 bin altın alarak kullanmışlardır demektedirler. Polis soygunu Deniz gezmiş ve Yusuf aslanın soyduğunu açıklar ve İçişleri bakanı VUR EMRİ çıkarıldığını açıklar. ODTÜ didik didik aranır oysa soyguncular Çankaya’da ilbank evlerinde bir arkadaşlarının evindedirler. Burada kalırken kapı çalınır ve evin sahibi sevim hanım kapıyı açar bir polis, iki düzgün giyimli erkek, çantalı bir çilingir, ve şöfor. Ankara 4. İcradan geldiklerini evin eski sahibi hakkında icra için geldiklerini söylerler. Sevim hanım evi yeni satın aldığını söyler 110 bin peşin, 130 bin borcu olduğunu buna ait evrakları göstereceğini söyler. Kapıyı kapatır içeriye haber verir. Ancak kapı tekrar çalınır ve içeriye girerler içerde Deniz, Sinan ve Alparslan içerdedir. Avukat kim bunlar deyip karakola telefon edeyim dediğinde banyoya saklanan Yusuf ve Hüseyin silahlarını çekip kımıldamayın diyerek polisin silahını almışlar. Ellerini ve ağızlarını bağladılar, polisin beylik tabancasını inceleyen deniz “bu beylik tabanca bir işe yaramaz .seni bunla kimlerin üstüne sürüyorlar . Benim elimdekiler sendekinden iyi , bunla sen ne kendini koruyabilirsin nede bir kişi tutabilirsin “ der.kapıdaki çilingir, kapıcı ve şöfor içeriye çağrılır onlarda bağlanır. Kaçarak başka bir eve giderler. Babası vurulmasından korkar ve oğluna mektup yayınlar.teslim olmasını ister. Ankara’da aramalar sonuç vermez yakalayanlara 15 bin lira ödül koyar. Prof. Dr Mümtaz soysal ve prof. Dr. Muammer aksoy’un evi bombalanır. Amerikan Hava Kuvvetleri''nin Balgat''taki ünlü tesislerinde beş bine yakın Türk çalışıyordu. Hepsi Harp-İş Sendikası''na bağlıydı. Balgat Amerikan tesisleri, aynı zamanda Amerikan askeri gizli polisi OSI''nin de karargahıydı. CIA''nın sırlarını KGB''ye satmaktan hüküm giyen CIA ajanı Aldrich Ames, "Bir Casusun İtirafları" adlı kitabında Ankara''da görevli bir profesör sayesinde Deniz Gezmiş''in sevgilisi olan eski güzellik kraliçesi bir genç kızla tanıştığını, genç kıza, içinde 75 dolar bulunan bir zarf verdiğini, bir hafta sonra da Dev-Genç''in toplantılarının yeri ve zamanını, kimlerin katılacağını öğrendiğini yazıyor! O tarihte, Balgat''taki Amerikan tesislerinde "Amerikan NCO Club" adlı bir gece kulübü kurulmuştu. Amerikalı subay ve astsubaylar, bu kulübe dışarıda tanıştıkları ODTÜ''lü kızlarla birlikte geliyordu Evde Balgattaki ABD üssünden silah çalma planı yaparlar. 15 şubat 1971 pazartesi günü gece saat 03.00 civarında Karakuşunlar köyü tarafından üssün tel örgütlerini keserek içeri sızarlar bir aracın içinde gazete okuyan zenci çavuş var süratle kapıyı açıp elindeki telsizi alırlar. Arabanın direksiyonun geçen Yusuf nizamiyeye sürer ve oradaki iki nöbetçiye ateş ederek uzaklaşıp konya yoluna çıkıyorlar ahlatlı bele gidiyorlar burada arabayı şarampola yuvarlayıp ODTÜ nün ünlü 1.yurt 201 nolu odasına götürüp Amerikalıyı sorguluyorlar. Zenci meselelerini konuşuyorlar. Zenci Jimmy finleye ABD nin silah deposunu soruyorlar Tunus caddesindeki Amerikalıların kaldığı binanın bodrum katının silah deposu olduğunu söylüyor. Telsiz çalıştığı için ankara polisinin her hareketini izliyorlar. Yusuf bir ara Ankara emniyet müdürü tarzan Mustafaya “ tarzan mustafa nasılsın gel bizi alsana “ diyor. Zenci çavuşu gözlerini bağlayıp 20 tl para verip bir araba ile Konya yolundan Bahçelievler’de bırakıyorlar. Gazeteler hep bu olayı kurgularlar. 27 şubat 1971 Sinan ve Yusuf ODTÜ Teknik atölyeler şefi Nihat’ın Bestekar sokaktaki evine giderler silahı çekip arabasını alırlar ve AHLATLIBEL ABD üssünden gelen Amerikan arabalarını keşif yaparlar 4 mart 1971 günü 23.30 da Amerikalıları şehre getiren aracın yolunu keserler ve şehirde kiralanan amaç apartmanına getirirler. 4 amerikalı THKO esirdir. Bunları sorguluyorlar. Ve bir bildiri hazırlıyorlar. TUSLOG DET 18 amerikan üssünde görevli 4 amerikalı assubaylar esir alınmıştır. Astsb. Jimmy sexton, çavuş James m. Cholsen , çavuş lary heavner,çavuş Richard carrarszi THKO bunlar için 36 saatlik bir süre verilmiş olup bunların salıverilmesi için 400 bin dolar fidye verilmesi şarttır. Bu duyuru TRT de yayınlansın dört zarf hazırlanır TRT ye, AA, ABD büyükelçiliğine, Türk haberler ajansına gönderilir ancak okunmaz, gazeteler fidye istendiğini öldürüleceklerini yazar süre dolar ancak hükümet kanadından ses yok 5 bin asker ve polis, nevşehirden getirilen komando taburu ve konyadan getirilen motorlu birlikle ODTÜ Didik didik aranır. Amerikalılara el yazısı ile büyükelçiye mektup yazdırırlar. Amerikalıların eşleri ve çocukları mektuplar gönderdiler. Gazeteler ODTÜ den tuz gölüne kadar tüneller kazıldığını buralarda saklanıldığını yazıyor. ODTÜ istihakam ve harita genel müdürlüğü ekipleri ile aranıyor ancak sonuç yok. Hüseyin inan evden çıkıp Prof.dr. Muammer aksoy ile görüşmek için siyasal bilgilerdeki 314 no lu odasına gider ve kendini tanıtır. AKSOY öldürmediniz değilmi der hayır cevabı alır. Hocaya ABD elçiliği ile arabulucuk teklif edilir. Hoca asla öldürmemelerini, ABD nin provake ederek bunların öldürülmesini isteyebilir sakın bu oyuna gelmeyin der. Hüseyin ise teklif kabul etmez ise infazın yapılacağını söyler. Eve gelen Hüseyin ve arkadaşları sokakta polis arabasının dolaştığını görürler ve hemen Amerikalıları bırakıp evden ODTÜ arazisinde hazırlanmış bir dama yerleşirler. 9 Mart’tan 12 Mart’a Sarp Kuray, Ocak 1971’in son günlerinde, İrfan Solmazer’in Dikmen’de bulunan evinde bir toplantı düzenlemiştir. THKP-C’liler, darbe girişiminde kendilerine verilecek aktif görevleri, bir kısım önlemlerin kabul edilmesi ve kendilerine bazı garantiler verilmesi durumunda, ancak şartlı olarak kabul edebileceklerini belirtirler. THKO’lular Gökalp Eren’den bu toplantıyı izlemesini istemiş, ama kendilerini temsil etmediğini bildirmişlerdir. Toplantıya Kıvılcımlı çevresinden Selahattin Okur da katılmıştır. 9 Mart’ta Keskin’in görevi Ankara Emniyet Müdürlüğünü ele geçirmektir. O gece, Orhan Savaşçı önderliğindeki subaylar da bu eyleme katılmak için hazır durumdadır.THKP-C’nin Ankara ve İstanbul’daki kadroları silahlı şekilde gelişmeleri takip etmiştir. İstanbul’dakiler, darbenin ardından ABD Konsolosluğunu ve Emniyet Müdürlüğünü basmayı planlamıştır. Ancak 9 Mart akşamı yapılan toplantıdan karar çıkmaz. Bu toplantıyı 12 Mart’ta yayımlanan muhtıra izler. Ayın 16’sında, beşi general, on üç kişi emekliye sevk edilir. THKO, anlaşıldığı kadarıyla, 9 Mart’taki girişimle ilişkilenmez ve muhtıraya açıkça karşı çıkar. Hüseyin İnan’ın, 12 Mart’ta, 13.00 haberlerinden muhtıranın verildiğini öğrenir öğrenmez bir bildiri kaleme aldığı söylenir. Belirtildiğine göre, yoldaşlarıyla yaptığı görüşmeden sonra THKO’nun iki numaralı bildirisi olarak kabul gören metinde, İnan “muhtıranın reformcu söylemine aldanmamak gerektiğini, yapılanın faşist bir darbe olduğunu” yazar. Bildiriyi yazarken onun yanında bulunan Gülay Özdeş’in belirttiğine göre, bildiri daha çok sosyalist çevrelere dönüktür 9 MART CUNTASI VE MADANOĞLU DAVASI Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Ali Sirmen... CHP'lilerin Altan abisi Altan Öymen de, cunta üyesi olmak suçlamasıyla Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılandı. Ama yargıçlar heyeti savcının iddialarını ciddiye almadı ve Öymen beraat etti. 32 sanıklı Madanoğlu davasında adı geçen diğer siviller ise şunlar: Cemal Reşit Eyüpoğlu. Hıfzı Kaçar. Ahmet Güryüz Ketenci. Mukbil özyürek Bu davada yargılanan asker kökenli sanıklar ise Cemal Madanoğlu, Osman Köksal, Yılmaz Akkılıç, Necdet Düvencioğlu... MİT adına cunta toplantılarını izleyip teşkilata rapor eden Mahir Kaynak, Madanoğlu davası duruşmaları sırasında, "teşkilat" tarafından deşifre edildi. Mahir bey tavandaki ampülün içine yerleştirdiği ses alma aletini ve beline sardığı ses kaydetme aletiyle cuntacıların her toplantısını kaydetmiştir. MİT raporlarının iddianamede "delil" teşkil etmeyeceğini öne süren sanık avukatları, MİT'i kendi elemanını deşifre etmeye zorlamıştı. Mahir Kaynak açığa çıkınca davanın seyri değişti. Savunma makamı, sanıkların bir "kışkırtıcı ajan"ın provokasyonları sonucu "cunta örgütlenmesi" içinde olduklarını öne sürdü. Mahkeme heyeti, hem MİT raporlarında, hem de Savcı Süleyman Takkeci'nin iddianamesinde tutarsızlıklar olduğu gerekçesiyle, sanıkların beraatine karar verdi. Madanoğlu davasının 3 No.'lu sanığı Doğan Avcıoğlu, her platformda şu düşünceleri seslendiriyordu: "1960'larda Yön ile Türkiye'nin yönünü belirledik. Şimdi o yöne gitmek için Devrim'le devrim yapacağız." Sanıklar yalanlıyorlardı, ama Devrim dergisi, adeta cuntanın karargahı gibiydi. Hasan Cemal, "Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım" adlı kitabında, Devrim dergisiyle cunta arasındaki organik ilişkiyi doğruluyor: "Doğan Bey (Avcıoğlu) devrimci şiddetten sözetmeyi severdi. Bu havada olanlardan biri de İlhamı Soysal'dı. İlhami abi karınca ezmez bir insandı. Ancak devrim sözkonusu olduğunda böyle konuşmaktan hoşlanırdı. Devlet ele geçirildiğinde MİT müsteşarı olmak istediğini uluorta söyleyen İlhami abinin gözü karaydı. İlhan Selçuk da her zamanki gibi ortalık yerde konuşmazdı ama farklı düşünmezdi. Böylesine fikirlerin uçuştuğu bir sohbet ortamında Çetin Altan'ın 'devrimci şiddet'le ilgili bu havayı yadırgadığını bana Altan Öymen anlatmıştı." 12 Mart'tan bir süre önceydi. Devrim dergisinin kapısı çalındı. Dergide, öğrenci olaylarını manüple etmekle görevli Uluç Gürkan ve yazı işleri müdürü Hasan Cemal vardı. Kapıyı Hasan Cemal açtı. Bir erle bir onbaşı... "- Buyrun!" denildi. Onbaşı Çankaya'dan geldiklerini söyledi: "- Bizi Osman Köksal komutan gönderdi!" dedi Onbaşı. Osman Köksal, derginin bazı sayılarını piyasadan bulamıyormuş, varsa birer adet "rica" ediyormuş. "Devrim'in o sayıları ilginçti" diyor Hasan Cemal. Asıl ilginç olan, Osman Köksal'ın kimliğiydi Osman Köksal, Köşk'ü korumakla görevli Muhafız Alayı Komutanı'ydı ve 27 Mayıs 1960'ta Çankaya Köşkü'nü nasıl ele geçirdiğini, Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı nasıl teslim aldığını ballandıra ballandıra anlatırdı Madanoğlu ve ekibinin yanında. Üstelik, renkli krokileriyle... Osman Köksal da 9 Mart'çı ekiptendi. Madanoğlu'yla birlikte yargılandı ve ne tesadüftür ki, o da diğer sanıklar gibi beraat etti. Avcıoğlu'nun da dahil olduğu "sol cunta" devrim yapmaya imkan bulamadı; önce, kendilerinden çok şey beklenen Orgeneral Faruk Gürler ve Orgeneral Muhsin Batur saf değiştirip Sunay-Tağmaç cephesinde yer aldı, ardından yine kendisinden çok şey beklenen Celil Gürkan grubu tasfiye edildi. Eski generallerden Cemal Madanoğlu'nun başını çektiği, İlhan Selçuk ve Doğan Avcıoğlu gibi isimlerin de yer aldığı bir cunta, Başbakan Süleyman Demirel'i "yeterince Kemalist" bulmadıkları için, darbeye hazırlanmışlardı.Ve bunlar, yayın organları ve basındaki uzantıları aracılığıyla her gün "devrim şafağı"nın "yakın" olduğunu işliyor, üniversite gençliğini provoke ediyorlardı. Zaten baskı çemberinde olan gençler, bunlara inanıyorlardı; biraz da bu yüzden korkusuz ve ataktılar. 12 Mart darbesinden sonra tek tek tutuklandılar, birkaç yıl sonra da salıverildiler. Ama tek başına kalan gençler asıldılar, işkence gördüler, kurşunlanıp öldürüldüler. Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan idam edilen gençlerden üçüydü. Bunların sorumlusu, kurşunlayanlardan çok, "devrim" adına gençleri yollara, sokaklara dökenlerdi, gerçeği tersyüz edip göz bağlayanlardı... Demirel'e karşı cunta kuranlar, 1980'lerde, 1990'larda ona teslim oldular, "devrimci" olduklarını yazmaya başladılar. Yazar İlhan Selçuk bunlardan biriydi Yıllar sonra, Madanoğlu'nun ilişkilerini araştıranlar, şu ilginç bulgulara rastlayacaklardır. Madanoğlu, İngiliz ajanı olduğu MİT raporlarıyla tescil edilen Saffet Lütfi Tozan'la "irtibat" halindeydi. Bu irtibattan yola çıkanlar, 9 Mart girişiminin bir "Intelligence Service" manipülasyonu olduğu iddiasını attılar ortaya Madanoğlu, İngilizler'le 60'lı yılların ortalarında irtibata geçmişti. 1965 seçimlerinde "bağımsız milletvekili adayı" olunca da, İngiliz büyükelçiliğine gitmiş ve "ilişki tesis etmiş"ti. 9 Mart girişimi bir İngiliz manipülasyonuydu. Olan, Mahir Kaynak'a oldu. Hem MİT, hem de teşkilatın cunta içindeki elemanı refüze edilmişti. Ajan Kaynak, bir süre Amerika'da da bulunmuş ve burada «görgü ve bilgisisni arttırmıştır. Washington'do «Uluslararası Polis Akademisi» azgelişmiş ülkelerden yollanan görevlileri eğitmekte ve CIA bunlar üzerinde tam bir denetim kurmaktadı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde asistan olan Kaynak, o sırada Türk Devrim Ocakları'nda yapılan bir konferansı izlemek üzere görevlendirildi. Toplantının sonunda bir kişi Mahir Kaynak'ın yanına yanaştı ve kendini tanıttı. Emekli bir subay olan Hıfzı Kaçar genç asistana, "Son zamanlarda seni takdirle izliyorum. Devrimci bir grubumuz var. Bizimle çalışır mısın?" önerisinde bulundu. MİT adına örgüt içinde bulunan Mahir Kaynak'a gün doğmuştu. Kod adı "Fakülteli" olan Kaynak, örgütü ile temaslar kurup sızma konusunda izin aldı. Hıfzı Kaçar, 27 Mayıs'ın hızlı devrimcisi Cemal Madanoğlu'nun yeğeni idi. Mahir Kaynak, kısa sürede cunta lideri Madanoğlu'nun sağ kolu haline geldi. Cuntanın sivil kanadında kimler yoktu ki? İlhan Selçuk, Altan Öymen, Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal, Ali Sirmen, Ahmet Güryüz Ketenci... Mahir Kaynak, sürekli olarak MİT'e bilgi aktarmaya başladı. Raporlara göre, cuntanın bir amacı vardı: Suriye'deki Baas Partisi tarzında bir yapılanma... YÖN Hareketi'nin lideri Doğan Avcıoğlu'na göre, 27 Mayıs'ta yarım kalan devrim tamamlanmış olacaktı. Hikmet Özdemir, Yön Hareketi'ni anlattığı aynı isimli kitabında 9 Mart olayının ateşleyicisi olarak bu cunta girişimini gösterir. Kaynak, yıllarca bu cunta toplantılarına katılmış ve gerek kayıtlarda gerek notlarla görüşmeleri hem teşkilata hem zamanın başbakanı Süleyman Demirel'e bildirmişti. Olayların bir numaralı tanığı olanı Mahir Kaynak şunları söylüyor; "1960 İhtilali İngilizci ve Amerikancı tarajlarca birlikte yapıldı. Ancak Amerikancılar tasfiye edildiler. Türkiye'deki gelişmeler İngiltere'nin çıkarlarına uygun cereyan etti. 70'li yıllara doğru cuntalar güç tarafindan harekete geçirildi. 9 Mart cuntanın yönetime el koyacağı tarihti 12 Mart Muhtırası'nın İngilizci hareketlerinin Amerika tarafından önlendiğini ancak ABD'nin asıl rövanşın ise 12 Eylül'de aldığını söylüyor. Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, askeri hiyerarşiyi bir kenara bıraktı ve Başbakan Demirel'e askerin rahatsızlığını dile getiren bir mektup yazdı. Silahlı Kuvvetler içinde birden fazla cunta vardı. Sivil ayağı da olan tek cunta ise Madanoğlu cuntası idi. 9 Mart 1971'de Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nda bir toplantı yapıldı. Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler'in de katıldığı bu toplantıdan, "Her şey hazır, eylem için düğmeye basmamız yeterli" kararı çıktı. Plana göre, Faruk Gürler Devlet Başkanı Muhsin Batur Başbakan, Celil Gürkan Başbakan Yardımcısı, Altan Öymen Basın Yayın Bakanı, Uğur Mumcu Gençlik Bakanı olacaktı. Memduh Tağmaç, içerde alınan kararlardan bir şekilde haberdar oldu. Hemen kuvvet komutanlarının ve orgeneral ve korgeneral rütbesindeki subayların yer aldığı Genişletilmiş Komuta Konseyi'ni topladı. Silahlı Kuvvetler olarak birlikte hareket etmelerinin doğru olacağını belirten Orgeneral Tağmaç, sonuçta tarihe 12 Mart Muhtırası olarak geçecek olan muhtırayı hazırlattı. Saat 13.00'te radyodan okunan muhtıra ile sol darbe önlenmiş oldu. Cuntanın askeri ve sivil kanadı deşifre edildi. Aralarında Celil Gürkan'ın da bulunduğu 13 üst düzey subay tasyife edildi. Sanıklar Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılandılar. Sanık avukatları, MİT raporlarının delil olmayacağını gündeme getirince, MİT Müsteşarı Doğu Paşa, raporların sahibi Mahir Kaynak'ı deşifre etme kararına vardı. Kaynak'tan tanıklık yapmasını istedi. 32 sanıklı Madanoğlu davası 2 Ekim 1974'te karara bağlandı. Mahkeme heyeti, Savcı Süleyman Takkeci'nin ve MİT iddialarının yetersiz olduğuna ve sanıkların beraatine karar verdi. 12 Mart darbesinin ardından 9 Mart cuntasına yönelik operasyon yapıldı. Cuntanın içindeki pek çok isim çeşitli davalarda tutuklandı. Askerî mahkemede görülen 32 sanıklı Madanoğlu Davası iki yıla aşkın bir süre devam etti. Ses kayıtlarında darbe hazırlığı hiçbir şüpheye yer bırakmayacak biçimde netti. Gün aşırı evlerde yapılan toplantılarda Cemal Madanoğlu, İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu, 27 Mayıs’ın önde gelen isimleri ve üst düzey muvazzaf askerler savaş oyunu da diye tevil bile edilemeyecek bir açıklıkta darbe ve sonrasını planlamaktaydı. Planlara göre TRT’nin İstanbul ve Ankara’daki radyo binaları tahrip edilecek ve teknik altyapısı hazırlanan radyo istasyonundan yayın yapılacak, Çankaya Köşkü bombalanacak, cunta mensubu genç teğmenler yanaşmadığı için darbeye karşı çıkacak komutanları etkisiz hâle getirmek için 50 öğrenci görevlendirilecekti. İddianame parlak bir akademisyen olarak cuntanın beyin takımının içine davet edilen MİT ajanı Mahir Kaynak’ın ifadeleri ve kaydettiği ses kayıtlarına dayanmaktaydı. Sanıklar bunun kendilerine karşı yapılmış bir tertip olduğunu söyleyip, tüm iddiaları reddettiler. İddianame Mahir Kaynak ve ses kayıtlarına dayanınca, savunma da bu iki sağlam delili çürütmek üzerine kuruldu. Ses kayıtlarının sahihliği konusunda mahkemeye bilirkişi olarak rapor veren TRT teknisyenleri iki yerde bir kelimenin iki kez tekrarlandığını söyleyerek ses kaydında montaj olabileceğini söyledi. Dört savunma avukatı bilirkişi raporuna dayanarak kayıtların montaj olduğunu ileri sürdü ve mahkemece delil olarak sayılmamasını istediler. Davaya bakan askerî mahkeme ses kayıtlarını delil sayılamayacağına karar verdi. Sıra cuntada Madanoğlu’nun en güvendiği isim olan MİT ajanı Mahir Kaynak’ı itibarsızlaştırmaya gelmişti Mahkemede tanık olarak dinlenen nörolog Gençay Gürsoy “Kanaatim bu kişinin kendisini tedavi ettiğim sıralarda dış dünyayı gerçek bir şekilde objektif olarak yorumlamasının ve değerlendirmesinin mümkün olmadığı yolundadır” diye ifade verdi. Deliller apaçık ortada olduğu halde, mahkeme nasıl beraat kararı vermişti? Soruşturma neden derinlere kadar yürütülmemişti? Sebebi basitti: İşin içinde askerler vardı. En önemli neden de, Hasan Cemal'e göre şuydu. "Örgütlenmemiz derine, yani ordunun tepelerine doğru gidiyordu. Çok fazla kurcalanırsa, işin içine Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur karıştırılabilecekti. Onun için bir yerde kesmek zorunda kaldılar." 12 Mart'tan hemen sonra gazeteci Uğur Mumcu Tümgeneral Celil Gürkan'la bir konuşma yaptı. Gürkan 9 Mart girişimini değerlendirirken pişmanlığı yüzünden okunuyordu. Şu samimi itiraflarda bulundu: "İyi ki başaramadık... Bu iş yanlış başlamıştı zaten..." Örgütün içinde yer alan emekli Korgeneral Celil Gürkan, daha sonra yapılan bir röportajda Doğan Avcıoğlu'nun "Türkiye'nin Düzeni" isimli kitabının Silahlı Kuvvetler'de referans kitap durumunda olduğunu şu sözlerle vurguladı: "Hiç unutmam, bir konuşmamız sırasında Orgeneral Faruk Gürler bana, 'Celil, Türkiye'nin Düzeni kitabını okumayan subayı ben eksik sayarım' dedi." “Hemen hemen bütün yayınları izler, aydın ve ilerici bir kişiliğe sahipti. Bu arada, laiklik ilkesine büyük önem verir; devletçiliğe inanırdı. Yasakçı değil; özgürlükçü idi. Özgürlükten yana idi. Çeşitli vesilelerle Doğan Avcıoğlu’nun kitabının [Türkiye’nin Düzeni] ‘baş ucu kitabı’ olarak daima el altında olduğunu söylemekten geri durmazdı.” Gerçekten de, Gürler’in daha o zaman Avcıoğlu’nun bu ünlü kitabı için; yanındaki kurmay subaylara dönerek, ‘bu kitabı okumamış olan kurmayı eksik sayarım’ dediğini ben bile duymuştum!.” Celil gürkan batur hakkında da şöyle yazacaktır: “Karargâh içinde kurulan ‘gizli örgüt’le resmî başlıklı, tarih ve sayı verilmiş yazışmalar yapabilen, sonra da yakın arkadaşlarını, devirdiği hükûmetin başbakanı ile birlikte emekliye ayıran bir kuvvet komutanına herhalde ‘ihtilâller tarihi’nde ilk kez rastlanmaktadır.” En ilgin olan ise Batur emekli olduktan sonra bile fahri Korutürk tarafında tabii senatör olarak atanmış. 12 eylül öncesi sonu gelmez cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP nin adayıdır. 27 Mayıs ihtilalinde sonuca ulaşamadığını düşünenler, yeni bir darbe peşindeydiler. Fikir önderliğini Doğan Avcıoğlu, askeri liderliğini de Cemal Madanoğlu yapıyordu. Cunta tarafından yargılanıp işkence gören talat turhan’a kulak verelim. Turhan Bomba Davasında yaklaşık 4 bin sayfalık savunma sundu mahkemeye “ABD, sömürü alanına kattığı her ülkenin iç işlerine çıkarlarının gerektirdiği ölçüde müdahale etmeyi de prensip olarak benimsemiştir. Bu noktadan hareketle ekonomik, politik, askeri, kültürel, ideolojik çıkarları bulunan üs ve tesisleri nedeniyle jeopolitiğinden yaralandığı ülkelerin hükümetlerinin ABD işbirlikçisi olmasını kesinlikle amaçlıyor ve ‘özgürlük’ ‘demokrasi’ ‘insan hakları’ paravanası ardında, sömürü alanına giren hükümetlerin rejimlerinin niteliklerine bakılmaksızın yaşatılması ilke olarak benimsenmiştir. Bu ancak devletler üzerinde devlet’ olabilecek kadar güçlü, olanaklı bir örgütle başarılabilirdi. Bu örgütün adı CIA’dır. CIA, çeşitli yöntemlerle uydu ve işbirlikçi iktidarların istihbarat örgütü ve iktidarı yaşatan güç ve örgütleri ile yakın ilişkiler içine girmekte, sömürülen ülke iktidarlarının bekçiliğini yaparak Amerikan iktidarını korumaktadır. Kontrol ettiği ülkede tam bağımsızlık, ulusal kurtuluşçuluk, sosyal uyanış fikirleri arttığı ölçüde çeşitli şantaj, provokasyon, komplo, faili meçhul cinayet yöntemleri önererek istihbarat örgütleri ve güvenlik kuvvetlerini yönetmekte, ‘anarşi’ ortamı yaratarak bir yandan uyanan sınıfları ve yurtsever aydınları sindirmek için bahaneler yaratırken, bir yandan da anayasal ve yasal hakların sınırlandırılmasını sağlamaktadır.” Menderes MİT'in başına Ahmet Salih Korur( masondur), Hüseyin Avni Göktürk ve Celalettin Tevfik Karasapan gibi kendisine yakın isimleri getirdi. (Gazeteci İlhami Soysal'a göre Göktürk de masondu.) 27 Mayıs ihtilal kadrosunun müsteşarı ise Tümgeneral Naci Aşkun'du. Ocak 1961 ile Ağustos 1962 arasında MİT'i yöneten Aşkun, Menderes'e karşı ilk darbe girişimini gerçekleştiren Sami Kuşçu cuntasının da üyelerinden biriydi. 27 Mayısçılar onu MAH Reisliğine getirerek ödüllendirmişti. FUAT DOĞU Süleyman Demirel tarafından müsteşarlığa getirildikten sonra Ankara'nın Yenimahalle semtinde, dolmuş yolcularının "MİT'te inecek var" dediği yerde geniş bir arazi üzerine kurulan MİT binasının yapımına öncülük etti. İlki 1962-64, ikincisi 1966-71 yılları arasında olmak üzere iki kez müsteşarlık yapan Doğu, eski MİT mensupları tarafından "çok başarılı bir istihbaratçı" olarak nitelendiriliyor. O günlerde MİT müsteşarı FUAT DOĞU bir güvenlik brifinginde başbakan S. DEMİREL ve komutanların olduğu sırada bu 9 mart cuntasının olduğunu ve bunlara TSK içinden destek veren komutanlar var demiş. Orgeneral Muhsin batur kim diye sorduğunda fuat doğu gözünün içine baka baka sizsiniz demişti. Tarih 19 Ocak 1970... 12 Mart Muhtırası’ndan 14 ay önce... Yer Çankaya Köşkü... Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Başbakan Süleyman Demirel... Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), “Yurt güvenliğini dıştan ve içten tehdit eden olaylar” konusunda Milli Güvenlik Kurulu’na (MGK) brifing veriyor. Kurul üyeleri koltuklarına yaslanıyor, MİT Müsteşarı Korgeneral Fuat Doğu’nun söyleyeceklerini dinlemeye başlıyor: “Şu anda Türkiye’deki olayları yalnız bize mahsus, mücerret (soyut) hadiseler zinciri diye kabul etmek mümkün değildir. Malum olduğu üzere, kamplar arasındaki mücadelede Ordadoğu, Komünist blokun propaganda, tahrik ve yerleşme faaliyetlerinin siklet merkezini teşkil etmektedir. Irak, Suriye gibi komşu devletlerde Sovyet yerleşmeleri yanında, Ortadoğu ve Afrika’da sosyalist olmayan ülkelerde meydana gelen bir seri ihtilaller, bölgede sosyalist kampın etkisini her geçen gün biraz daha arttırmaktadır. Lübnan’da El Fetih gerillaları, Somali, Sudan ve Libya’da sosyalist cuntaların iş başına geçmesi, Suudi Arabistan’a musallat olan Yemen, Ürdün’deki karışık durum, İran’da komünist blokla yapılan ekonomik anlaşmalarla Sovyetlerin nüfuzunun artması, Mısır’ın malum olan sosyalizmi ve her yönü ile bir Sovyet üssü haline gelmesi, Akdeniz’deki Sovyet Donanması gibi vakıalar, Türkiye’de sosyalist ideojilerle çevrilmiş ve tecrit edilmiş bir ülke konumuna getirilmiştir. Türkiye’de rejim değişikliğine gidecek bir ihtilal şekline sokulması, halk içinde fısıltı gazetesinin son zamanlarda geniş ölçüde harekete getirilmesi, malum solcu yazarların açıkça Türkiye’yi tek parti sisteminin kurtaracağını ve bunun için de mutlaka bir hareketin meydana geleceğini yazmaları, halk kitleleri yanında bilhassa orduyu tahrik için giriştikleri gayretler, her halde yalnız Türkiye’nin içindeki sıkıntılardan doğmaktadır diye kıymetlendirilemez. Sosyalizme kaydırılmış olan Ortadoğu devletlerinin hepsinde demir perde gerisi devletlerinin bu tahrikleri ve şu anda bize yaşattıkları safhalar müşahede edilmiştir. Dıştan içe tecevih edilen ve içerde ortaklar bulan bu faaliyetler konuları itibariyle çeşitli ve fakat hedefleri itibariyle müşterek yani Türkiye’yi ihtilale götürmek, parçalamak ve komünizmi Türkiye’de hakim kılmak istikametindedir.” MİT Müsteşarı Korgeneral Fuat Doğu, bu noktada kısa süre duraksıyor, suyundan bir yudum aldıktan sonra “Burada komünizme sürükleyici mahiyetindedir şeklindeki maruzatım yanlış anlaşılmamıştır” diyerek devam ediyor: “Yalnız sol’u itham için bu maruzatı yapmış değilim. Türkiye’de başlarına beyaz örtüler takarak ellerinde Kuran cüzlerine ait torbalarla en iptidai medreselerde Kuran öğrenimi yaptırılan 8, 10, 12 yaşındaki erkek veya kız çocuklarının bu duruma sürüklenmelerinin de şüphe yok ki karşısındayız.” Hangi ülke niye destekliyor? İstihbaratın o dönem sunduğu bu brifingte dikkat çeken, ister sağ, ister sol olsun herkesin demokrasiyi ortadan kaldırmak için ortak mücade verirken de ağırlıklı olarak irticai unsurları kullandıkları görüşünü savunması. Fuat Doğu, analizlerini anlatırken, bu noktada “Fakat” diyor, “Bugün Türkiye’de asker, sivil bütün bunları görmezden gelerek yalnız yeşil irtica vardır bahanesi ile ihtilale kadar varan düşünce ve gayretkeşlik içersinde bulunmaktadırlar” eklemesini yaptıktan sonra sözlerini dış ülkelerden gelen tehditlere çeviriyor. 41 yıl önceki algılamaya göre Milli İstihbarat, yabancı ülkelerin Türkiye’ye yönelik yaklaşımlarını bakın nasıl görüyor: Sovyetler Birliği: Komünizm, Kürtçülük, Ermenilik, Gürcülük ve diğer yıkıcı faaliyetler ve ihtilal arzularının desteklenmesi. Bulgaristan: Komünizm, Kürtçülük, her türlü yıkıcı faaliyetler ve ihtilal arzularının desteklenmesi. Yunanistan: Türkiye’nin Ermenilik ve Kürtlük hatta anarşiye gitmesi hareketlerinin desteklenmesi ve megalo idea arzularının Türkiye’nin bu duruma düşmesinden faydalanılarak tahakkuk ettirilmesi. Suriye: Hatay davası, Araplık, Komünizm ve sabotör yetiştirilmesi. Irak: Kürtçülük faaliyetleri, komünizm. İran: Kürtçülük, Alevilik ve Şiilik. Suudi Arabistan: İrtica ve sağ hareketlerin desteklenmesi. Doğu Almanya: Komünizm, Kürtçülük ve her türlü yakıcı faaliyetlerin desteklenmesi. Bu faaliyetler Batı Almanya’da meydana getirilmiş olan malum organizasyonlar kanalı ile Türkiye’ye intikal ettirilmektedir. (1970’larda Doğu Almanya Sovyetler Birliği’nin kontrolündeydi) Fransa, İngiltere, Amerika: Ermenilik, Kürtçülük faaliyetlerinin desteklenmes Fuat Doğu, Milli Güvenlik Kurulu’na sunduğu brifingte dış tehditleri sıraladıktan sonra içerideki duruma getiriyor sözlerini. Aslında bu değerlendirme bir anlamda devletin görüşü sayılabilir. Çünkü kurul üyeleri sessizce dinliyor ve hiç itiraz gelmiyor. Devletin bakış açısında tek ortak bir algılama var o da sol ve sosyalizm tehlikesi. Fuat Doğu bakın o brifingde hangi değerlendirmeleri yapıyor: “Üniversiteler, çeşitli dernek ve teşekküller, münevverler, bir kısım ordu mensupları, mahkemeler, basın sol’u destekliyor ve sol’a yaranma gayreti içinde bulunuyor ve yardımcı oluyorlar. Bu durumda icra bir memuru tayin edemiyor, bir memuru emekli edemiyor, bir subay ne kadar disiplinsizlik yaparsa yapsın nakli yapılamıyor veya cezalandırılamıyor, bir TRT toplum içinde hiçbir fonksiyonu olmayan lalettayin bir üniversite talebesinin veya bir anarşi teşkilatının beyannamelerini arka arkaya yaymaktan çekinmiyor.” O dönemin gençlik liderlerinden, idam edilerek cezalandırılan Deniz Gezmiş için Fuat Doğu’nun söyledikleri ise son derece çarpıcı: Bu konudaki tam ifadesi şöyle Doğu’nun: “Deniz Gezmiş gibi toplum içinde türemiş olan elebaşı serseriler her türlü anarşik hareketleri teşvik, tahrik ve yürüttükleri halde mahkemeler tarafından suçlu görünmüyor.” Doğu, bu değerlendirmesinin ardından Türkiye’de ihtilal olur mu, sorusunun yanıtını vermeye çalışıyor: “Türkiye’nin ihanetler içerisinde bulunduğu ve bunların Türkiye’yi bir anarşi ortamına sürüklediği bir vakıadır. Türkiye’de ihtilal olur mu sualinin cevabını ‘filan ayda filan ünde ihtilal olacaktır şeklinde vermek mümkün değildir. İhtilaller tarihi tetkik edilince hiçbir ihtilalin tarihinin önceden tespit edildiği görülemez. “ Doğu’nun brifingdeki son cümleleri ise yine düşündürücü: “Bizim artık demokrasimizin disiplinini sağlayacak frenleri sıkmamızın zamanı gelmiştir.” Aynı brifingde, Doğu’nun değerlendirmelerini içeren konuşmasının ardından Milli Güvenlik Kurulu üyelerine Türkiye’deki aşırı sol ve aşırı sağ grupların liderleri, neler düşündükleri, yayın organları, destek grupları ve etkileriyle ilgili geniş kapsamlı bir de şema sunuluyor. Eski MİT'çi Enver Altaylı'nın kitabında MİT için çalıştığını söylediği kadın sanatçı ortaya çıktı buldu: ses sanatçısı nesrin sipahi ve tiyatrocu Ayten gökçer. Sabah gazetesi yazarı Fahrettin Altun, , MİT eski müsteşarı M. Fuat Doğu'nun "Ben MİT müsteşarlığı yapmadım, CIA'nın şube müdürlüğünü yaptım. Bir CIA yetkilisi gelse, beni Sinop'a götür dese onu oraya götürmekle memurum." dediğini iddia etti. Fuat Doğu'nun bu sözleri TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanvekili Selçuk Özdağ'a söylediğini belirten Fahrettin Altun. AK Parti Manisa Milletvekili Doç.Dr.Selçuk Özdağ, eski MİT Müsteşarı Fuat Doğu ile arasında geçen şok bir diyaloğu paylaştı. Özdağ, Fuat Doğu'nun kendisine 'Ben MİT müsteşarlığı yapmadım, CIA'in şube müdürlüğünü yaptım.' dediğini söyledi.. Doğu hakkında, teşkilatta çalışan evli bir kadınla ilişkisi olduğu ve kadını Hamburg'a tayin ettirdiği söylentileri yayıldı. Bu iddialara dayanak teşkil eden şey Fuat Doğu'nun kadına yazdığı ileri sürülen bir mektuptu. Bu yasak aşk söylentisinin yayılmasında Doğu'nun teşkilattan uzaklaştırılmasını isteyen Albay Sadi Koçaş ve ekibinin rolü olabileceğini hesaba katmak gerekiyor. Doğu, Koçaş ekibinin aleyhte faaliyetlerinin de etkisiyle 1971'de görevden alındı. Bu tatsız tayin haberini, Hoşdere'de MİT'in bir güvenli evinde arkadaşlarıyla birlikte rakı içip sohbet ederken öğrendi. 31 Mayıs 2004'te vefat eden Fuat Doğu'nun Zafer adında MİT'ten emekli olmuş bir subay oğlu, bir de kızı var. Doğu, eşi vefat ettikten sonra ölene kadar kızının yanında kaldı. MİT eski Müsteşar Yardımcısı Ertuğrul Güven, teşkilatın efsanevi müsteşarı Doğu'nun ölmeden önce yazdığı anılarını MİT Müsteşarlığı'na teslim ettiği bilgisini verdi. Güven şöyle dedi: "Hatıralarını el yazısıyla yazdı. Ben okumadım, ama teşkilata teslim ettiğini biliyorum. Kimseye göstermeyeceğim diyordu. İçinde çok kıymetli bilgiler vardır.” 23 Temmuz 1971 den 1978 yılına kadar Lizbon büyükelçisi olarak görev yaptı. . 1970-72 döneminde, çatışan üç kategorik yapıdan söz edilebilir; DEVLET-HÜKÜMET-DEVGENÇ. Hükümet; Adalet Partisi ve Başbakan Demirel tarafından yönetiliyordu. Devlet; ordunun ağırlıkla söz sahibi olduğu bir mekanizma olarak işliyordu ama sivil derin bürokrasi Demirel ve hükümetinden hoşnut değildi. DEV-GENÇ; Ertuğrul Kürkçü’nün genel başkanlığında muhalefet partilerinden çok daha etkiliydi ve hem devleti, hem de Demirel hükümetini, kısaca sistemi sarsıyordu. Öngörülemeyen bir kitleselliğe ulaştırılmıştı. 12 mart 1971 saat 13.00 TSK açıklama yapıyor . hükümete muhtıra verilmiştir. Metin anarşi ve kardeş kavgasına son verilmediği takdirde TSK kanunların kendine verdiği cumhuriyeti koruma kollama görevini yerine getirecektir. Gen. Kur. Bşk. Orgenerel Memduh tağmaç,amiral celal eyicioğlu,org. Faruk gürler, org. Muhsin batur. Cumhuriyet başyazısında “12 mart bildirisi devrimci çizgide olumlu bir adımdır. Atatürkçülük ve 27 mayıs doğrultusunda Türk ordusunun devrimci geleneğine uygun bir tarihi belgedir.Bu andan başlayarak, orduya karşı husumet yaratmak isteyen bütün tutucu ve gerici yuvalarına karşı Atatürkçü öğretmenlerin, gençliğin, aydınların, halkın ileri güçlerinin, devrimci sendikaların, derneklerin el birliği etmesi, ordunun devrimci tutumu yanında yerini alması bir milli görevdir. Cici demokrasinin cılkı çıkmıştır. Devrimci ordunun sesi.” Yusuf, Tayfun, Deniz ve Sinan iki motosiklet ile Malatya akçadağa gitmek için yola çıkarlar soğuk 15 mart günü yağmur ve kar dolu gazeteler konyada 10 kişinin donarak öldüğünü yazıyor. Yozgat sarıkaya ilçesine kadar giderler motorun birisi arızalanır. Sinan sarıkaya askerlik şube başkanı üsteğmen alparslanı hatırlar ve adresi bir polise sorarlar ve evde kahvaltı yaparlar . üsteğmen Alpaslan saklanmalarının imkansız olduğunu iki kişinin motor ile gitmesini diğer iki kişinin motoru tamir ettirdikden sonra gitmesini söyler. Yusuf ile deniz giderler şarkışlaya 15 km kala motorun benzini biter ve şarkışlaya giderler ve bir jip kiralayıp Bünyana gimek için motoru jipe yüklerken bekçinin dikkatini çeker kim olduklarını sorar .Deniz “bekçi amca kayseriye gidiyorduk Türkiye turu yapıyorduk motor bozuldu” der ancak bekçi karakola davet eder bir jandarma çavuşu ve bir polis gelir . denizin omzunda deri çantada el bombaları,bir otomatik silah, mermiler var, sol koltuk altında 14 lü browning , parkanın sağ cebinde Nagant tabanca sağ eli tabancanın kabzasında karakolun olduğu hükümet konağına yürüyorlar merdiven başına gelindiğinde silahlarını çekip eller yukarı deniyor hepsi şaşırıp donup kalırlar karşı caddeye geçin diyerek adamları kovalarlar ve kaçmaya çalışırken yapılan ateş ile Yusuf aslan yaralanır ve yakalanır. Deniz kaçar şarkıslanın sokaklarında koşar iki katlı bir evin önünde yeşil renkli 06 AE 827 plakalı bir chevrolet var. Kapıyı çalar, cevap yoktur kapıyı zorlar. İçerden bir kadın sesi kimsin “ kapıyı açın arabaya ihtiyacım var” kadın kocam tatbikattan geldi uyuyor uyandırayım diyor. Pijamalı adam gelip kapıyı araladığında silahı çekip “ ben deniz gezmişim arabanın anahtarını ver “ diyor adam getireyim der ancak hanımı kapıyı kapatmaya çalıştığında kapı kilidine ateş eden deniz kadını elinden yaralar. Şarkışla radar istasyonunda görebli astsubay İbrahim fırıncıyı direksiyona bindiren deniz kayseri istikametine sürdürür ve yolda yanında bulunan 525 liradan 500 lirasını vererek hanımını tedavi ettirmesini söyler pijamaları ile korku içinde aracı kullanan asb İbrahim tedirgin. Gemerek yeniçubukda yol kesilmiş deniz ateş ederek arabayı son sürat sürmesini söyler barikatı aşarlar, devam edilir. Gemerekte hamzamin geçitte araba ile kurulan barikatı tarayan deniz oradan kurtulur ancak ilerde aracın sağ tekeri ateş aldığı için arabayı terk ederler ve astsubay yanına alarak yarım saat benzin istasyonuna kadar yürürler burada arka kısmında mevzilenirler. Asb ı bırakır. bir jeep gelir içinden 4 jandarma iner etrafı incelerler ve deniz jandarmalara silahını çeker “ eller yukarı” der hepsi harfiyen yaparlar. Ancak ateş etmeye başlarlar deniz kaçar el bombası atarak onları korkutur. Gemereğin içine dalar belediye anaonslar başlar “Anarşist Deniz gezmiş ilçemize gelmiştir. Yakalanması için bütün Gemerek halkı görevlidir.haydi silahı olan silahına olmayan ne aleti varsa ona davransın” yoldan geçen bir vatandaşa belediye başkanının evini sorar ve çat kapı içeri girip sofrada yemek yiyen belediye başkanı AP li çatakın kafasına silah dayar beni arıyorsun işte geldim der. Karısı ve üç çocuğu korkar ağlaşırlar. Başkan korkar yalvarır ben ettim sen etme der. Seni öldürmeye bile değmez diyerek dışarı çıkar. Yürürken karakolun ışıkları yanıyor jandarma karkoluna gider önündeki jeepi çalıştırır ancak yoğun silah yağmuru nedeniyle inip kaçar askerler peşinde polisler ve askerlerin ateşine karşılık verse’de teslim olur. Müsademede ölü ve yaralı varmı diyorsun hayır diyorlar. İsteseydim birkaç kişiyi öldürürdüm der ve “ Ben kayseri emniyet müdürüyüm seni teslim alıyorum diyen birisine ağız dolusu küfreder ve bir albay polisleri iterek yanına gelir ben kayseri jandarma alay komutanı albay Fehmi torun “tamam deniz mesel yok gidelim diyerek kelpçeleri taktırıyor. Kayseri emniyet müsürlüğünde vali bekliyor Deniz burada valiye küfürler eder vali odayı terk eder. Ankara hemen göderilmesini istediği için konvoy yola çıkar.Ankaraya varıldığında içişleri bakanı Haldun Menteşoğlu bol bol fotoğraf çektiriyor ve kelepçe taktırmıyor. Gazetecilere dönerek “İşte şu gördüğünüz pejmürde kılıklı adam , Türk halk kurtuluş ordusunun kumandanı imiş, iyi bakın kılığına ,kıyafetine, suratına..” “Hayır ben kumandanı değil neferiyim” “Parayı ne yaptın” “THKO paranın gereğini yapacaktır” “THKO nedir . bir tek ordu vardır o da cumhuriyet ordusudur” “hükümetin istifasından belli” “ sen kahramanmısın “ “ sen demirelin neferisin bende THKO nu” “ nereye gidiyordunuz” “ Devrime “ Menteşoğlu haritada sivası göstererek “ devrim burdamı “der. “senin kafan basmaz, devrimin o tarafı, bu tarafı olmaz her taraftan gelir.” Bakan sinirlenir aniden apar topar odadan çıkarılıp Ankara emniyet müdürlüğüne götürülür. Sarp Kuray, bu konuda şu açıklamayı yapmıştır: “Deniz Gezmiş’i ben sakladım. Bunu herkes biliyor. Deniz Gezmiş, benim elbisemle yakalandı. Banka soygunundan sonra Deniz ve arkadaşlarının kalmaları için ev, bir yerden bir yere gitmeleri için de otomobil gerekiyordu. Orhan Kabibay, Fakih Özfakih, Numan Esin, Talat Turhan ve İrfan Solmazer’le gidip görüştüm. Durumu anlattım ve bir otomobile ihtiyaç olduğunu söyledim. Bunun üzerine bir otomobil verildi. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını saklandığı bir evden diğerine, Orman Bakanı Turhan Şahin’in makam arabası taşıyordu. Turhan Şahin Nar Limited Şirketi’nde İrfan Solmazer’le ortaktı. Ben ve askeri tıbbiyeli arkadaşlar, THKO’na değil Deniz Gezmiş’e yardım ediyorduk.” Özellikle son cümle dikkat çekici. Gezmiş’in, yakalandığı yolculuğa çıkarken, Ankara dışına kadar Doğan Avcıoğlu’na yakın bir mühendisin otomobiliyle götürüldüğü de iddia edilir. Belirtildiğine göre, Gezmiş sonradan şöyle demiştir: “Kendimizi korumak, kimseye zarar vermeden olayları götürmek için belli radikal unsurlarla ister istemez dayanışma içerisine girdik.” 1. ABD li finleyin kaçırılması 2. Dört ABD linin kaçırılması 3. İş bankası soygunu 4. İcra memurlarının bağlanması 5. ABD elçiliği önündeki polislerin yaralanması Eylemlerini ve THKO nun amacı sorgulanır ve hücreye konur Yusuf inan yaralı diğer Sinan cemgil malatyaya gitmiştir, hüseyin inan ise Kayseri pınarbaşında dayısının evinde yakalanmıştır. Hüseyin bir süre sonra Ankara’ya getirilir . Yusuf aslan Ankara numune hastanesinde tedaviden sonra cezaevine getirilir. Ve SAVCI NUSRET DEMİRAL haklarında dava açar. Kayseri’de ayrı dava açılır. Gizli örgüt kurma, yönetme, yaralama, adam kaçırma, banka soyma gibi suçlamalar. Gazetelerde THKO askeriyede örgütlendiği ve okullarda örgütlendiği yazar. 800 ordu mensubunun ve askeri okullarda örgütlendiği belirtilir ve yüzlerce subay ve öğrenci tutuklanır. Ali kırca bu dönemde deniz kuvvetlerinde teğmendir tutuklanır. 26 NİSAN 1971 Nihat erim hükümeti “ vatan ve cumhuriyete kuvvetli ve eylemli kalkışmanın mevcut olması nedeniyle 11 ilde bir ay süreyle sıkıyönetim ilan eder. Ankara sıkıyönetim komutanı Semih sancar, İstanbu’lun Faik türün olmuştur. Hürriyet gazetesi “Kanun tanımayanlara karşı yıldırım harekatı başladı, hükümet savaş açtı, Erim “azgınlar boğulacak “dedi. Sol dergiler kapatılmış, ilhan Selçuk ve çetin altan tutuklanmış, Erim bu anayasa lüks diyerek Anayasa değişikliğine girişilmiş.”Anayasamız çok liberal anayasadır. Diyebilirimki bizim anayasamız batı Almanyanın, İtalyanın, hatta İngilterenin sistemlerinden daha liberaldir” , üniversitelerde öğretim üyeleri atılmaya ,tutuklanmaya başlanmıştır. İstanbulda Ziverbey köşkü MİT ve sıkıyönetim yetkililerinin işkence hanesine dönüştürülmüştür. Dışarda Ömer ayna ve arkadaşları 3 mayıs 1971 gün THKO adına ziraat bankası Unkapanı şubesin soymuşlar 57 bin 185 lira almışlardır. tefecilere ve toprak ağalarına kredi veren ziraat bankası soyuldu denilmiştir. Kayseri’den Mamak askeri cezaevine nakledilen deniz ve arkadaşları dışarıyı izlemektedirler. Fakir Baykurt, Sadun aren, Behice boran ,Fazıl hüsnü dağlarca, Yılmaz güney, tutuklanmışlar. Prof. Dr. Bahri savcı, İlhami soysal, Uluç gürkan tutuklanmışlardır. Devrim dergisi sahibi Doğan Avcıoğlu, akşam gazetesi yazarı Altan Öymen tutuklanır. Toplam 427 kişi tutuklanır. 17 mayıs 1971 günü saat 13.30 da taksim cumhuriyet caddesindeki evinden İsrail başkonsolosu Efrahim elrom kaçırılmıştır. THKP-C’liler, Elrom eyleminin tarihini önce 18 Mayıs olarak belirlemiş, ardından o gün öğleden sonra resmi tatil olduğunu gözeterek eylemi bir gün önceye almıştır. Eylem günü gelmiştir. Saat 11.20’de Çayan, Cevahir ve Bardakçı Elrom’un apartmanına girerek kapıcı ve kapıcı yardımcısını etkisiz hale getirir ve Refet Bele’nin evinde gözaltına alırlar. Oktay Etiman ve Necmi Demir’in apartmana alınmasından sonra, Elrom gelene kadar, on iki kişi bu dairede gözaltına alınır. Elrom’un gelişi 13.20’yi bulmuştur. Elrom, şoförü gelmeden, bir hurca sarılarak Bardakçı’nın kapının önüne getirdiği araca yerleştirilir. Çayan ve Cevahir de otomobile biner ve üçü Elrom ile birlikte oradan uzaklaşır. Etiman ve Demir de kısa bir süre sonra evden ayrılmıştır. Gözcülük yapan Ziya Yılmaz, yoldaşları ayrıldıktan sonra da gelişmeleri izler. Elrom, Hamarat Apartmanı’ndaki sekiz numaralı daireye götürülür. Yahudi Soykırımı'nda rolü olan Adolf Eichmann’ın yakalanarak yargılanmasını sağlayan isimlerden biri olan Elrom'un Öldürülmesi gerekecektir. Necmi Demir, “İhtilalin Yolu” başlıklı bildiriyi ve “THKC’nin 1 No’lu Bülteni”ni Çayan’dan alarak belirlenen yerlere bırakır. Bildiriler, Ankara’ya Oğuz Öder tarafından götürülür. Küpeli, Aktolga, Kürkçü ve Bingöl Erdumlu bunları birlikte okur. Dağıtılması için gönderilen bildiriler Ankara’da yakılarak imha edilecektir. THKC şartlarını, Cevahir ve Bardakçı’nın kaleme aldığı, “Amerikancı Bakanlar Kuruluna” başlıklı bildiriyle açıklar. Elrom’un kurşuna dizilmemesi için, tutuklu bulunan bütün devrimcilerin derhal serbest bırakılması, THKC’nin 1 numaralı bülteninin TRT’nin 07.30, 13.00, 19.00 ve 22.45 haber bültenlerinde üç gün devamlı ve eksiksiz anons edilmesi, üç günlük mühlet doluncaya kadar takibe girişilmemesi ve aleyhte yayın yapılmaması gerekmektedir. Hava yüzbaşı İlyas aydın tarafından Elrom infaz edilir. Son eylemde görüldüğü gibi, artık banka veznelerinde fazla para bulundurulmamaya başlanmıştır. Bunun üzerine THKP-C’liler farklı arayışlar içerisine girerler. Robert Koleje ay başlarında fazla miktarda para geldiği bilgisi üzerine, araştırmalar yapılmış, ama eylem riskli bulunduğu için gerçekleştirilmemiştir. Eli Burla ve Ahmet Dallı’yı esir alma girişimleri sonuçsuz kalır. Yeni hedef Sosyete-13 dergisinden belirlenecektir: Mete Has Kadir Has’ın yeğeni olan Mete Has’ın kapısı 4 Nisan günü 17.00 sıralarında, Çayan, Cevahir ve Bardakçı tarafından çalınır. Başlangıçta Oktay Etiman ve Kamil Dede dışarıda beklemektedir. Esir alınan Mete Has ve Talip Aksoy, gece yarısı Cevahir, Bardakçı ve Etiman tarafından başka bir eve nakledilir. Sabah Çayan ve Bardakçı, Kadir Has ile birlikte evden ayrılır. Çayan, Kadir Has’ın yazıhanesine geçerek fidyenin ilk kısmı olan 200.000 lirayı alır.Esirlerin yanında polis telsizini dinleyen Bardakçı ve Etiman polisin durumdan haberdar olduğunu öğrenir. Bunun üzerine Çayan, berbere gitmekle ve kıyafetlerini değiştirmekle yetinecektir. Buluşma yerine gider ve fidyenin diğer yarısını da alarak Cevahir ve Dede ile birlikte oradan uzaklaşır. METE HAS 2005 YILINDA OLAYI ŞÖYLE anlatmıştı. Teröristler benden 400 bin lira para istiyordu. Teröristlerin benden istediği 400 bin lira fidye çok büyük para idi. Bu para ile tanesi 133 liradan 3 bin 7 adet Cumhuriyet Altını almak mümkündü. 1971'in 400 bin lirası günümüzün yaklaşık 200 bin dolarına eşdeğerdi. İstanbul’daki THKO’lular, Doktor Rahmi Duman’ın köşkünde büyük miktarda nakit para olduğu bilgisi üzerine harekete geçer. Ömer Ayna, Nahit Tören, Zerruh Vakıfahmetoğlu, Avni Gökoğlu ve İbrahim Öztaş köşke girdiklerinde Rahmi Duman’ın orada olmadığını görür ve köşkte bulunanları bağlarlar. Fakat etkisiz hale getirilenlerden biri bağını çözmeyi başarır ve karakola giderek durumu haber verir. Polis ekibinin köşke geldiğini gören THKO’lular Rahmi Duman’ın on beş yaşındaki oğlunu yanlarına alarak oradan ayrılırlar. Hakan Duman’a karşılık, 18 Nisan’da 250.000 lira fidye alınır. 30 mayıs 1971 günü Mahir çayan ve arkadaşları İstanbul maltepede sıkştırılmışlar ve kaçarak Orhangazi cad. bir apartmanda 3. Kata girerek babası nöbette olan binbaşının kızı sibel erkanı rehin almışlardır. Silahlı çatışma sonunda Hüseyin cevahir öldürülür . Mahir çayan yaralı olarak yakalanır. Cevahir’i, orada bulunan iki keskin nişancıdan biri olan bnb. Cihangir Erdeniz vurmuştur. THKO’lular, mücadeleye hazırlık safhasındayken, Erdeniz’in silahlarına el koymayı kararlaştırmış, ancak bunu gerçekleştirememiştir. THKC şu eylemleri de sahiplenir: “2. Kanlı Pazar’da şehit düşen devrimcilerin anılarına düzenlenen 16-17 Şubat devrimci terör harekatında: a) Amerikan askeri malzeme deposu Tuslog’un Zincirlikuyu merkezi, b) Tuslog’un Şişli şubesi, c) Amerikan-Türk Dış Ticaret Bankasının Elmadağ şubesi, d) ABD Başkonsolosluğu, e) İngiltere Başkonsolosluğu, f) Emperyalist Amerikan teşekkülü IBM’in Gümüşsuyu’ndaki merkezi bombalanmıştır. 3. Salıpazarı’ndaki Amerikan askeri botu bombalanmış ve tahrip edilmiştir.” 31 mayıs 1971 günü maraş Elbistan Nurhak dağında çatışmada Sinan cemgil, Aparslan Özdoğan , Kadir manga öldürülmüştür. Sinan cemgil hoca kod adlıdır ve DEV-GENÇ in terorisyenidir. 12 kişi yaralı ele geçirilmiş nurhaktaki kamp temizlenmiştir. Çok sayıda silah ve mermi elegeçirilmiştir. Bunların hedefi Malatya kürecik ABD radar üssünü basmaktı. Oğlunun cesedini almaya giden anne Nazife Cemgil, tabut başındaki meraklı köylülere seslendi: "Bu oğlum Sinan. Bunlar da onun arkadaşları (Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan), kardeşleri. Onlar da oğullarım. Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekalı güzel çocuklardı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar.” Sıkıyönetim mahkemesinde yargılanmalarına başlanır . mahkeme başkanı Ali elverdi,Yarbay Ahmet tetik,yarbay Mehmet turan, savcılar Bnb. Keramettin çelebi ve Yüzbaşı Baki tuğ . İddianamede eylemlerini, adam kaçırma, soygun, yaralama ve örgüt kurma , silah taşıma, filistine gitme olarak geniş şekilde okunuyor ve cumhurhiyet düzenine karşı bir kalkışma olarak nitelenir. Savunmalarında ise 1955 ikili antlaşmalar. NATO ve SENTO ile 20 bin askeriyle, binlerce barış gönüllüsü, bakanlık çalışanları ile meşrubat fabrikaları, montaj sanayi, tüketim sanayi ile her alanda ve Morrison şirketinin temsilcisi SÜLEYMAN DEMİREL ile ABD ülkemizde yönetimde söz sahibidir. Tam bağımsız bir Türkiye için mücadele ettiklerini. Kurtuluş savaşında milyonların kanı ve malı pahasına kurtarılan Türkiye bir avuç insanın çıkarı uğruna ABD ye bağımlı hale getirilmiştir. THKO 1960 anayasasına öcü gibi bakıldığı dönemde mücadeleye başladı. Açıkça ilam ettiğimiz Emperyalizm, işbirlikçi, patronlar ve ağalara karşı mücadeleye başladık . 12 mart yoluyla ordu ikinci cihan savaşının hortlattığı Hacı ömer holding ve Akbank saltanatı ile Adalet partisini iktidardan indirmiş yerine Koç holding ve yapıkredi bankası saltanatı ERİM iktidarıyla tahta geçmiştir.12 mart yolu ile hükümet düşürülmüştür bu anayasayı ihlaldir Erim hükümeti ve adalet partisidir. 50 yılın hesabı 20 gençten sorulmaktadır. Bizler vatana ihanetten yargılanıyoruz. Asıl yargılanacaklar 50 yıldı yönetenlerdir. Erim hükümetinin toprak reformu sözü önemlidir. Boraks ve bakır madenlerinin devletleştirilmesi çok önemli ve ilerici bir harekettir. Amerikan ortaklarına kar transifer eden bankayı soymak ve ABD lileri kaçırmak asla 146/ 1 den yargılanamaz, Nihat erim Salazar olmayı hedeflemektedir. 1961 anayasası için hayatlarını ortaya koyan ihtilalin başı CEMAL GÜRSEL Amerikan hapları ve iğneleri ile öldürülmüştür yerini erim almıştır. Anayasayı TAĞGİR , TEBDİL VE YA İLGAYA cebren teşebbüs etmedik. Kökü dışarda deyimini kabul etmiyoruz bizler bu ülkenin devrimcileriyiz ve yine bizler Vatan için hayatını esirgemeyecek yurtsever ana ve babaların çocuklarıyız ve onlar bizleri bu güne kadar VATAN, NAMUS, BAĞIMSIZLIK, HÜRRİYET ve İNSANLIK mevhumlarına bağlı olarak yetiştirmişlerdir. Bizler Amerikan emperyalizmine ve yerli işbirlikçilerine karşıyız. Asıl, 27 Mayıs Anayasasını “tebdil ve ilgaya teşebbüs edenler”, hatta “tebdil ve ilga edenler” 9 Martı tetikleyenler, 12 Martçılar ise yargılanmadılar bile. Her iki hareketinde içerisinde yer alan dönemin Genel Kurmay Başkanı Faruk Gürler de; Hava Kuvvetleri Başkanı Muhsin Batur da cezalandırılmak bir yana yönetime getirildiler. “Devrimci cunta” yapacağız diyerek, sanal bir cunta ortamı hazırlayarak, birtakım sivil ve asker devrimciyi oyuna getirerek, tespit ve tasfiyelerini sağlayan “sahte solcular” Orhan Kabibay’lar, şadi Koçaş’lar ve diğerleri ödüllendirildiler. Egemenler ve onların iktidarları Denizleri asarak, devrimcileri katlederek emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı verilen mücadeleyi bastırmayı hedefliyorlardı. Ancak bunu başaramadılar. Denizleri fiziki olarak yok edenler, Onların halkın gönlünde taht kurmasına engel olamadılar. Onun için her türlü kara propagandayı sürdürdüler; anarşist-terörist dediler, bir avuç çapulcu dediler, bölücü dediler, kökü dışarıda vatan hainleri dediler. Davalar devam ederken General Sancar 49 no lu sıkıyönetim bildirisi yayınlanıyor. “Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldırarak Marksist , Leninist ve maoist bir düzen kurmak hayalinde içerisinde yurdun her yerinde eyleme geçerek adam öldüren , adam kaldıran, banka soyarak anarşik ortam yaratarak gayelerini tahakkuk ettirmek isteyen macera heveslisi suçluların bir an evvel cezalandırılmasını görmeyi bütün kamu arzu etmektedir.” TKP’nin Demokratik Almanya’dan yayın yapan Bizim Radyo’su, “işçi sınıfının düşmanları, ajan provokatörler” olarak gördüğü THKO’luların ilk duruşmasını “Ajanlar ajanları yargılıyor” başlığıyla haberleştirir. Hikmet Kıvılcımlı’nın yazdıkları yoruma gerek bırakmaz. THKP-C’lilere, “gönüllü polis devrimcisi hödük”ler der. “Çakmaklı tüfekle ayda füze avcılığına ... çık[maya heveslenen]... Donkişot”lar der. “‘... [K]ıçındaki çakaralmaz iğnesi yerine, kafacağızındaki beyinceğizini kullanmayı ihanet sayan’ ... iğneli deliler” der. Der de der! Kıvılcımlı’ya göre, “‘Silahlı savaş’ sözü etme[k]... ‘gönüllü CIA ajanlığı’[dır.]” Doğan Avcıoğlu’nun yönetimindeki Devrim, THKO’yu açık şekilde desteklemiştir. Avcıoğlu’nun, 25 Şubat’ta, “Gerilla” isimli bir makalesi yayınlanır. Bu yazıda, “Türk vatanının üstün konumdaki düşman güçleri karşısında kendi olanaklarıyla korunabilmesinin yolu”nun gerilla savaşından geçtiğini belirtir. Savunmalarına devam ederler “ Türkiye toprağının 35 milyon metrekaresi , Amerikan emperyalizminin silahlı gücüne terk edilmiştir. Nato anlaşması ülkemizin ve halkımızın savaş durumunda birkaç dakika içinde yok olmasına sebep olacaktır… Türkiyede SÜLEYMANCILIK, NURCULUK, ŞEYHLİK, DEREBEYİ ARTIĞI TOPRAK AĞALIĞI vardır . şeyhlik o kadar yüceltilmiştirki doktor nedir bilmeyen yoksul insanlar onların idrarını içerek , bastıkları toprağı muska yapıp saklayarak dertlerine derman aramaktadırlar. Çağımızda sermayenin vatanı yoktur. Para nerden geliyorsa vatanı orasıdır. Amerikaya yurdumuzu peşkeş çeken bir avuç hainin karı ve teminatı ABD dolarına bağlı olduğu için onların vatanı ABD dir. Bunun için ABD ile askeri ve siyasi antlaşmalar imzalanmıştır. Bunlara son vermedikçe Amerika yurdumuzda var olacaktır. Bu işbirlikçilerin satılmışlığı sayesinde Türkiye’de Amerika öyle güçlüdürki istediği iktidarı devirir, istediğini iktidara getirir. Aşağıdaki bir Amerikan generalinin sözleri önemlidir “ inşa ettiğimiz orduların , uluslar arası düzeyde hiçbir önemi yoktur. Her ülke ülke kendi ordusu tarafından işgal edilmiştir.” Bu sözler birer subay olarak sizleri bizden çok ilgilendirmektedir… Türkiyenin kalkınması ve halkın kurtuluşu Amerikan emperyalizmi yurttan atılmasına bağlıdır. Deniz Gezmiş’ in Mahkeme Heyetine “Biz halkımızın çocukları ve Atatürk’ ün memlekete emanet ettiği gençleriz, nasıl ki O, Yunan orduları ta Polatlı’ ya gelmesine rağmen önlerinden kaçmadıysa ve yolundan dönmediyse biz de dönmeyiz, ve eğer dönersek işte o zaman vatana ihanet etmiş oluruz” diyerek Kurtuluş Savaşı’ nın kazanılmasına gönderme yaparak daha sonra Mahkeme Heyetine şöyle diyordu: “… bağımsızlığımızı tekrar kazanma yolunda mücadeleye girmiş olan bizlerin elli sene önce Mustafa Kemal’ in hakkında gıyabi idam kararı verilmesi gibi idamımız isteniyor. Gene belirtmekte fayda vardır ki biz de O’ na ve halkımıza ihanet edip bağımsızlığımızı tekrar kazanma yolundaki mücadelemizden dönmeyiz.” Savunmada “Ortadoğu Milli Kurtuluş Mücadelelerinin Odak Noktası Olma Yolundadır” başlığı altında dönemin dünya konjoktürünü değerlendirirken “Dünyanın fırtınalı kırlık bölgesi olan Asya, Afrika ve Latin Amerika’ nın odağı yavaş yavaş Ortadoğu’ ya kaymaktadır. Ortadoğu’ nunjeo-politik bakımdan önemli halkası ise Türkiye’ dir” diyordu ve “Anadolu İhtilalinin oluşum sürecinde Milli Kurtuluşcuları izlemek ve yok etmek için hain İstanbul hükümeti sürüyle hafiye besliyordu.” Dedikten sonra “bu hafiyelerle milli mücadeleleri bastırmak ve etkisizleştirmek mümkü olsaydı, hakkında ölüm fermanları çıkartılan Mustafa Kemal ve arkadaşları Vahdettin’ e ve emperyalistlere yenilirlerdi.” gerçeğini dile getiriyordu. 1908 II. Meşrutiyet hareketini de “milliyetçi hareket” olarak olumlarken ilk yılların “atılım yılları” olduğunu belirterek Atatürk devrimlerinin de temellerinin bu dönemde atılmış olduğuna işaret etti. Deniz Gezmiş savunmanın ilerleyen sayfalarında “ Türkiye emperyalizme karşı ilk Kurtuluş Savaşı veren ve onu dize getiren ülkedir. Bütün ezilen uluslara ışık tutan ve Kurtuluş Bayrağını dalgalandıran Türkiye halkı bundan 50 yıl önce görevini yapmıştır… Türkiye halkı Kurtuluş Savaşında, emperyalizme ve uşaklarına gerekli dersi nasıl verdiyse bu defa da onurunu çiğnetmeyecek ve bağımsızlığını elde edecektir” diyor ve devam ediyor “ Kurtuluş Savaşımız Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öncülüğünde gelişen ve bu kadronun çıkışıyla güçlenip başarıya ulaşan bir mücadeledir” dedikten sonra şunları ekliyordu: “19 Mayıs 1919 saldırgan emperyalistlere ve onların emrinde ki iç düşmana karşı Mustafa Kemal önderliğinde Türk Halkını örgütlemek için Kurtuluş Savaşı’ nın politik anlamda başlangıcıdır. 19 Mayıs 1919 Ulusal Kurtuluş Mücadelesi için Mustafa Kemal ve arkadaşlarının halkın silahlı gücü ve öncüsü olarak harekete geçişidir.” Mustafa Kemal Samsun’ a ayak bastığı zaman hedefini şöyle dile getiriyordu: Türk’ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus tutsak olarak yaşamaktansa yok olsun daha iyi. Öyleyse YA BAĞIMSIZLIK YA ÖLÜM… İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. Mustafa Kemal’ in politikası ne pahasına olursa olsun Kurtuluş Savaşı’ nı yürütmek ve hiçbir ülkenin himayesini kabul etmeden ülkenin bağımsızlığı nıelde etmektir. Deniz Gezmiş, Erzurum Kongresi kararlarını savunmasında aktararak 1919’ da Albay Budyeni başkanlığında bir Sovyet Heyeti’ nin Havza’ da Mustafa Kemal ile buluşarak emperyalizmi ve onun emrinde ki Ermeni ve Pontus teşkilatlarına karşı olduklarını bildirerek Kurtuluş Savaşı’ mızı destekleyeceklerini, gerekli silah ve parayı vereceklerine dair teminat verdi. Mustafa Kemal emperyalist ülkeler, Ermeni ve Pontus meselesinde Sovyetlerle aynı fikirde olduğunu beyan ediyordu, demekle bu konularda da Mustafa Kemal’ in eylem ve düşüncelerini paylaşıyordu. Aslında deniz gezmiş tıbbiyeli hikmettir. Deniz Gezmiş savunmasında “Bütün Mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv-ü perişan edecektir” sözünü aktardıktan sonra Atatürkçü geçinenlere onun sözlerinin okunmasının gereğini belirtir. (S.57-58) Gerici güçlerin ve siyasi iktidarın yanında Amerika dahil bütün emperyalist güçlerin Mustafa Kemal Türkiye’ sinde Kurtuluş Savaşımızın ordusuna karşı olduklarını vurgulayan Deniz Gezmiş NATO’ ya da tam karşı bir duruşla “Onlar (emperyalistler) Mustafa Kemal Türkiye’ sinde ve Kurtuluş Savaşımızın Ordusuna da karşıdırlar. Onlar için en iyi ordu, ortakları olan ve sermayelerini koruyacak olan ordudur.” Demekle NATO’ nun ordusu konusunda ki tutum ve görüşünü belirtmektedir. Savunmasının ilerleyen sayfalarında Deniz Gezmiş “ Ulusal varlığımızı yok etmek isteyen emperyalizme ve yerli ortaklarına karşı Millici ve Devrimci sınıfların takip etmeleri gereken MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM stratejisi, hareketimizin çizgisidir. Diğer bir anlamıyla bütün Millici sınıf ve tabakaların ortak devrim anlayışı Milli Kurtuluş savaşının bu savaşı ve onun başında ki Mustafa Kemal’ i yok edeceği, ortadan kaldırıcı bir düzen kuran, Karşı Devrimci – Gerici İttifak’ a karşı yapılmış olan 27 Mayıs İhtilalinin 1961 Anayasının bir devamı ve tamamlayıcısıdır.” görüşüyle çok önemli bir belirleme yapıyor, “…bizler; Türkiye toplumunun tarihin geçmişinde sağlam olan Ulusal ve Devrimci ne varsa onun mirasçısıyız.” diyerek mirasçısı oldukları tarihsel birikimin yerini işaret ediyor. (S.202) Siyasal bakış açısını ortaya koyan bu ifadelerden sonra işlerinin “En az Atatürk’ ün kumanda ettiği Milli Kurtuluş Savaşı kadar zor ve çetin ama mümkün” olduğunu belirterek devrimci inancını da gösteriyordu. Ayrıca önemli bir vurgu yaparak Amerika’ nın “Silahlı Kuvvetlerden başlayarak bütün kurumları ve fertleri büyük bir titizlikle Amerikanlaştırmaya çalışıyorlar” diyerek daha o zaman tehlikenin kaynağını ve büyüklüğünü belirtiyordu. Deniz Gezmişten bir alıntı: “Ulusal varlığımızı yok etmek isteyen emperyalizm ve yerli ortaklarına karşı, Millici ve Devrimci sınıfların takip etmeleri gereken Milli Demokratik Devrim stratejisi hareketimizin çizgisidir. Diğer bir anlamıyla bütün millici sınıf ve tabakaların ortak devrim anlayışı, Milli Kurtuluş savaşının bu savaşı ve onun başındaki Mustafa Kemal’ i yok edici, ortadan kaldırıcı bir düzen kuran, karşı devrimci-gerici ittifaka karşı yapılmış olan 27 Mayıs İhtilalinin ve 1961 Anayasasının bir devamı ve tamamlayıcısıdır. BUNUN İÇİNDİR Kİ BİZLER; TÜRKİYE TOPLUMUNUN TARİHİ GEÇMİŞİNDE SAĞLAM OLAN ULUSAL VE DEVRİMCİ OLAN NE VARSA ONUN MİRASÇISIYIZ. Ve bizler, emperyalizmin, yerli işbirlikçilerinin ve onların ittifak kurduğu çağ dışı, bilim dışı kurumların tasfiyesinin ancak, tüm yurtsever sınıf ve tabakaların ortak devrim stratejisi olan Milli Demokratik Devrimle olabileceğine inanıyoruz. Yurdumuzu bu noktaya çok güç ve zor şartlar altında ulaşılabileceğinin de bilincindeyiz. En az Atatürk’ ün kumanda ettiği Milli Kurutuluş savaşı kadar zor ve çetin ama mümkün. Şimdiye kadarki şartlar bizi mücadelemizden yıldırmadı, bundan böyle de yıldırmayacak.” Menderes çizgisini sürdüren insanlar. O gün Meclis’te kapaklar vuruluyordu ve “Üçe üç” çığlıkları atılıyordu. Yani “Üç bizden, üç sizden...” “Bizden” dedikleri Menderes, Zorlu, Polatkan. “Sizden” dedikleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan. Son sözleri sorulduğunda “ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM , VATAN SAĞOLSUN” dediler. 18 idam verilir. Ve hakimler eski bir geleneğin gereği kalemlerini kırarlar . bu gelenek hakimin bir daha idam kararı vermeyeyim anlamını taşıyan ve kamış kalemlerin kullanıldığı eski çağlardan kalmış bir gelenektir. Cezaların verilmesinden sonra tek kişilik hücrelere konurlar. İçel bağımsız milletvekili celal kargılı idam cezalarının müebbete çevrilmesi için önerge verir. CHP li Bülent Ecevit idam cezasının kaldırılması için önerge verir. Meclis ve Senato'dan 35 imza toplansa idam kararı Anayasa Mahkemesi bozacaktı. Ancak o dönemde sofyaya uçak kaçırılması bu imzaya cesaret edilemedi. Mahir çayan ve arkadaşlarına savcı anayasayı ortadan kaldırmak nedeniyle idamlarını istemişlerdir. 1 aralık 2017 günü faik türün imzalı bildiri ile MAHİR ÇAYAN, CİHAN ALPTEKİN, ULAŞ BARDAKÇI, ÖMER AYNA, ve ZİYA YILMAZ 29-30 kasım gecesi kartal tutukevinden tünel kazarak kaçarlar. Ölüm cezasının kaldırılması için 6 0cak 1972 günü dilekçe hazırlanır. 9 tabii senatör, 1 bağımsız milletvekili, 2 yargıtay üyesi, 20 danıştay üyesi, 9 yargıç ve savcı, 243 avukat, 28 profesör, 202 doçent, , asistan, 30 basın mensubu, 215 sanatçı ve yazar, 175 mimar mühendis, olmak üzere imzalayan 1790 kişi adına gazeteci Altan Öymen bu dilekçenin cumhurbaşkanı CEVDET SUNAY’a, BAŞBAKAN NİHAT ERİM VE MECLİS BAŞKANI OSMAN AVCI’ya gönderileceğini açıklar. Sıkıyönetim uzatılması sırasında ismet İnönü idam cezasının kaldırılmasını ve idamların yapılmamasını ister. MİT siyasi parti liderlerini bilgilendirmeye çağırmış 4 saat süren toplantıda idam cezalarına af getirmenin dış merkezden sol bir slogan olarak Türkiyeye getirildiği şeklinde İnönü’ye gözdağı verilmiştir. İdam kararlarının TBMM’sinde oylanması sırasında üç, üç, üç diye salyaları aka aka bağıranların oylarıyla idam kararları 276 kabul ve 48 red 2 çekimser oy ile kesinleşti. Bu kararda asıl düşünülmesi gereken 115 milletvekillerinden çok büyük kısmı yapılan oylamalara katılmayıp kuliste çay-kahve içerek DENİZ'lerin asılmasına seyirci kalmalarıdır. 27 MART 1972 Pazartesi günü idam kararları resmi gazetede yayınlanmıştır. Ancak akşam haberlerinde Mahir çayan, Cihan Alptekin ve arkadaşlarınca Ünyedeki radar üssünde çalışan 9 İngiliz’in evini basarak 3 ünü kaçırmışlar diğerlerini bağlamışlardır. İngilizlerin evine bıraktıkları bildiride “ Dünya halklarının baş düşmanı Anglo-Amerikan emperyalizminin askeri örgütü olan NATO’da görevli İngiliz ajanlarının hayatlarına karşılık şartlarımız 1. İnfazlar derhal durdurulacak. 2. Hiçbir devrimci ve yurtsever asılmayacaktır. 3. En çok 48 saat içinde Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu açıklanacak. Bu şartlar yerine getirilmezse İngiliz ajanları kurşuna dizilecektir . Bu oligarşinin zulmüne, hainliğine, gaddarlığına, kan emiciliğine karşı bizlerin ilk ihtarıdır. 29 mart 1972 günü İngilizleri kaçıranların Niksar’ın köylerinde olduğu duyumları üzerine İçişleri bakanı, jandarma genel komutanı, MİT yetkilileri ordu valiliğinde toplantı yapılır tokat yöresine birlikler sevk edilir. İtihbaratın yöredeki bir çobanı sorgulaması sonunda Niksar’ın KIZILDERE köyüne gittikleri öğrenilir ve kızıldere muhtarının evinde olduğu tespit edilir bu ihbarın muhtar tarafından yapıldığı söyleniyordu halbuki çobandan olduğu anlaşıldı. Çünkü yol kontrolünde bu çoban kimliğini kanıtlayamadı ve mahir çayanları 10 bin lira karşılığında kızıldereye götürdüğünü söyledi 30 mart 1972 günü 05.00 ev sarılır gündüz saat 13.00 a kadar teslim olmaları ikaz edilmiş ancak pazarlıklar sonuç vermemiş.komando taburu ile sarılan evde İngilizlerin birini çatıdan konuşturmuşlar, teslim olun çağrısına MAHİR ÇAYAN “ biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik . deniz gezmiş, Yusuf aslan, Hüseyin inanın bırakılması karşılığında İngilizleri serbest bırakacaklarını söyler. İngilizleri infaz ederler. Bu İngilizleri ile ilgili kim oldukları devlet sırrı olarak 1984 yılına kadar gizli kaldı ve 28 mart 1972 günü BRİTANYA SAVUNMA BAKANI LORD CARRİNGTON lordlar kamarasında ayağa kalkarak şu açıklamayı okur “ üzülerek bildiriyorum ki Türk hava kuvvetleri ile çalışan Savunma bakanlığına bağlı üç sivil radar operatörü, 26 mart akşamı Türkiye’ nin karadeniz kıyısındaki Ünyede kaçırılmışlardır. CİA ajanı ile evli yasemin Çongar 2015 yılında HDP kongresi için kaleme aldığı makalede aktardığı bilgilere göre bu teknisyenler ne sivil teknisyen, nede nato görevlileriydi . Britanya devlet iletişim merkezine bağlı istihbarat subaylarıydı. Mahir çayan burada Perdenin arkasını görememiş. Düşünün, buradan kaçıyorsunuz. Gayet güzel planlama. Gidiyor Ankara’ya, Süleyman Demirel’i kaçırmayı düşünüyorlar. Sonra ihtilal yapacak ayağına gidiyorlar Fatsa’ya. Oraya kadar gitmişler, tamam. Ama ondan sonra gidiyorlar Kızıldere’ye. Aklı başında olan bir adam Kızıldere’ye gider mi? Orası bir köy. Köyde yabancı bir kuş görse insanlar ‘ya bu kuş burada yoktu, nereden geldi?’ derler. Kendi ayakları ile gidip kapana kısıldılar. Oraya niye gidiyorlar. Mesele o. Oraya birileri yönlendiriyor THKP-C kurucusu Mahir çayan ve THKO kurucularından Cihan Alptekin ve Ömer ayna, DEV-GENÇ genel sekreteri Sinan kazım Özüdoğru, Hüdai arıkan , Hava kuvvetleri proloter devrimci örgütü kurucusu üsteğmen Saffet alp, SBF öğrenci derneğinden Sabahatin kurt, Fatsalı şöfor Nihat yılmaz, Fatsalı öğretmen Ertan Saruhan ve ünyeli çiftçi Ahmet Atasoy. Öldürülmüş. İçerdeki İngilizler ölmüş, içerdeki olan Ertuğrul kürkçünün de öldüğünü zannederek babası çağrılmış içerdekilerin içinde oğlunun cenazesini bulamayınca yeniden aramada Ertuğrul kürkçü samanların arasından saklandığı yerde bulunmuştur. Bu gün hala Ertuğrul kürkçünün oradan nasıl kurtulduğu tartışılmaktadır. Kızıldere sol için hala efsanedir i direniştir, türküler yakılan bir yurtseverlik destanı olarak anılır. DENİZ GEZMİŞ ve arkadaşları açlık grevine başlarlar. Sonuç vermez. Mecliste oylama yapılır. Sofyaya THY uçağı kaçırılır, JANDARMA GNL. Komutanı kemalettin eken’i kaçırmaya teşebbüs edilir. Hepsi idamları engellemek. Avukat halit çelenk infazın yaklaştığını haber verdiğinde üç mektup yazarlar.16 Temmuz 1971'de başlayan THKO-1 Davası'nda TCK'nin 146. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle, 9 Ekim 1971'de idam cezasına çarptırıldı. İDAM SEHPASINDA HÜSEYİN İNAN“Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir kere ölüyorum. Sizler, bizleri asanlar şerefsizliğinizce hergün öleceksiniz, Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerikanın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler kahrolsun faşizm.” İDAM SEHPASINDA HÜSEYİN İNAN “Ben şahsen hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler , köylüler ve devrimciler.” 6 Mayıs 1972'de idam edildiler. Mahir Çayan (1945-1972) Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve Cephesi (THKP-C)'Nil kurucularından.Mahir Çayan, 14 Ağustos 1945'de Samsun'da doğdu. Babası devlet memuruydu. ılköğretimine Üsküdar'da Halil Güçlü ılkokulu’nda basladı ve Paşakapısı ılkokulu’nda tamamladı. Mahir’in büyük dedesi, Amasya’nın Gümüş bucağında, o zaman “Çayanoğlu Kışlağı” bugün Yeniköy olarak bilinen bölgenin toprak sahiplerinden. Mahir’in dedesi Hacı Mustafa Çayan, 1. Paylaşım Savaşı sırasında Sarıkamış’ta Ruslara esir düşüyor. Ancak Sovyetlerle barış imzalandıktan sonra ülkeye dönüyor. “68 kuşağı İttihatçıydı” diyen liberallerin ağzına bir sakız vereyim: Amcasının adı, Enver Paşa’dan mülhem. Mahir, entelektüel eğitimini büyük ölçüde TRT Radyoevi’nde çalışan Enver amcasından alıyor. 27 Mayıs sonrasının göreli düşünsel özgürlük dönemine denk geldiğine göre, bunların arasında sosyalist metinlerin olduğunu da varsayabiliriz. Amcası Divan Oteli ve Park Oteli’nin barlarında dönemin önde gelen aydınlarıyla buluştuklarını anlatıyor. Tüm bunlardan yola çıkarak sosyalist düşüncelerle lise yıllarından itibaren, özellikle amcası vasıtasıyla karşılaştığını düşünebiliriz. Ama lise döneminde kendisini “Türkçü” olarak tanımladığını da biliyoruz. TKP’li Aclan Sayılgan’ın aktarımına göre “Daha sonra Türkçülük beni tatmin etmeyince sosyalizme geçtim” demiş. Mahir bahsettiğim diz ameliyatı nedeniyle Üsküdar’daki evlerinde yatarken karşı apartmandan bir kızla bakışmaya başlıyor. Sevgi Yener, oldukça tutkulu ve kıskanç bir âşık. Sırf Mahir’in yanında olmak için Hacettepe Hemşirelik Koleji’ne giriyor. Ve evet, bir de Gülten Savaşçı var. Orhan Savaşçı’nın kız kardeşi. Sporcu. Fen Fakültesi Öğrenci Birliği başkanı. Mahir’se Siyasal FKF’nin başında. Bu dönem tanışıp arkadaş oluyorlar. Bir gün Gülten Savaşçı, Mahir’i sormak için Sevgi’nin evine gidiyor ve evde Mahir’le Sevgi’nin dans ederken çekilmiş fotoğraflarını görüyor. Mahir’se Gülten Savaşçı için “teyzemin kızı” diyor. Gülten Savaşçı 1968’de fizik doktorası için Paris’e gidiyor. Sömestr tatilinde de Mahir’i çağırıyor. Davet Sevgi Yener’in eline geçince haber vermeden İstanbul’dan Ankara’ya geliyor. Paris’e gitmesini engellemek için Mahir’in tezini saklıyor, ardından da yağmurlu ve rüzgârlı bir gün balkondan aşağı atıyor. Tez darmadağın. Mahir’in öfkeyle Sevgi’yi balkondan atmaya kalktığı bile söyleniyor. Sevgi, Gülten’in gönderdiği uçak biletini de yırtıyor ama Mahir geri yapıştırıyor ve uçağa biniyor. Sevgi sonunda bileklerini kesip hap içerek intihara teşebbüs ediyor. Fırtınalı bir hikâye Devamında ayrılırlar. Sevgi Yener bir kez daha intihar girişiminde bulunur. Bunu da atlatır. Mahir fırtına dindikten sonra yolda karşılaştığı Sevgi’ye “Ben bu davaya kafamı koydum. Seni yanımda sürüklemek istemedim. Bir gün gazetelerden benim öldüğümü okuyacaksın” diyecektir. Sonuçta Mahir Paris’e gider. Gülten Savaşçı’yla nişanlanır (ya da nişanlısı olarak tanıtır). Bu yılların teorik evrimi üzerine nasıl yansıdığı üzerine pek bilgi yok. Bir ara İngiltere’ye de gidiyor, hatta çalışıyor. Fransızcası yok, İngilizcesi var, ama çalışmak çok yorucu geliyor. Sonunda bir iki ay sonra, 68 sonunda ülkeye dönüyor. 24 yaşındayken evleniyor, ama dönemin evlilik yaşının ortalaması üzerinde olduğunu tahmin ediyorum. Ortaokul ve liseyi Haydarpaşa Lisesi'nde tamamlayan Mahir Çayan, 1963'te Istan bul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne girdi. Ancak burada bir yıl öğrenim gördükten sonra Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne kaydoldu.Bu arada Türkiye ışçi Partisi (TIP)'ne ve Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF)'ne bağlı SBF Fikir Kulübü'ne de giren Çayan, 1965'de bu örgütün başkanlığını yaptı. 1967'de kısa bir süre için Fransa'ya gitti. 1968'de ızmir’de 6.Filo'yu protesto gösterilerinde gözaltına alindi, sonra serbest bırakıldı. Bu yıllarda TIP ve FKF içinde başlayan tartışmalarda Milli Demokratik Devrim (MDD) görüsünü benimsedi. SBF içindeki etkinliğinde bu görüş doğrultusunda davrandı. Yusuf Küpelinin FKF genel başkanı olduğu bu dönemde, gerek SBF’ de gerekse Ankara'daki devrimci mücadele içinde aktif olan Çayan, TIP adına Zonguldak'da ve Karadeniz Ereğlisi’nde çalışmalarda bulundu. Bu gezide Sadun Aren ile TIP Senatörü Fatma ışmen’in tutumunu eleştirdi. Bu konudaki görüşlerini "Aren Oportünizminin Niteliği" adi altında Türk Solu adli dergide yayınladı. Bu arada Milli Demokratik Devrim doğrultusunda ideolojik çalışmalarını yoğunlaştıran Mahir Çayan, Emek dergisinde Kenan Somer'in "Devlet Devrim ve Lenin" ve "Devrim Nasıl Tanımlanmalı" baslıklı yazılarına Türk Solu'nda "Revizyonizmin Keskin Kokusu" adli iki yazıyla cevap verdi. • 9-10 Ekim 1969'da Ankara'da yapılan ve Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) adini alan FKF kurultayında yapmış olduğu uzun konuşmayla dikkati çekti. Bu dönemde Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga ile davranan Mahir Çayan, 1970'de Gülten Savaşçı ile evlendi. 17-18 Ekim 1970'te divan başkanlığını Yusuf Küpelinin yaptığı son Dev-Genç genel kurulunda da önemli bir konumsa yaptı. Bu konuşmada Mihri Belli ile olan ayrılıkların üstüne giden Çayan, MDD stratejisinin bir savaş stratejisi olduğunu ve bunun bir savaş örgütü yani bir parti ile gerçekleşebileceğini Barış Yıldırım savundu. Bundan sonra 29-30 Ekim 1971'de Ankara'da TIP Genel Kurulu toplandığı sırada, bu kongreye katılmamış MDD görüsünü benimseyen delegelerle ve delege olmayan isçi ve örgencilerle birlikte düzenlenen "Proleter Devrimcilerin Sohbet Toplantısı”ndan sonra Mihri Belli ve grubu ile olan anlaşmazlık kopma noktasına geldi. Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Ertugrul Kürkçü ve Münir Ramazan Aktolga imzasıyla yayınlanan 'Aydınlık Sosyalist Dergi'ye Açık Mektup" ise bu süreci noktaladı. Bu sırada birlikte hareket ettiği arkadaşlarıyla birlikte Türkiye Halk Kurtuluş Partisi (THKP)'Nil kuruluş çalışmalarını da yürüten Mahir Çayan, örgütün genel komitesi tarafından Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga ile birlikte Merkez Komitesi'ne getirildi. Komite içinde yapılan görev bölüşümü sonucunda, THK’nin siyasal ve ideolojik görüşlerinin biçimlenmesinden sorumlu oldu. Mahir Çayan’ın şair olduğunu bilir misiniz; “Güneşi batmayan bir ada/Ben ne şuralıyım, ne buralıyım/Adalıyım… Adalıyım.” Eşi Gülten Çayan atletti; 400 metrede milli takım seviyesinde bir koşucuydu. Yakın arkadaşı erkekler 400 metre koşan atlet ise bugünün tanınmış gazetecisi Osman Saffet Arolat’tı. Hüseyin Cevahir edebiyat eleştirmenliğine Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde başladı. şiir de yazdı. Tunceli Alevi Dedesi torunu Hüseyin Cevahir, Rolling Stones dinlemeyi de çok severdi. SBF’nin en çalışkan öğrencisiydi; “devrimci başarılı olmalıdır” diyordu hep arkadaşlarına. Dürbünlü silahla hedef alınarak öldürüldüğünde 26 yaşındaydı. SBF’nin efsanevi hocalarından Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, derslerinden hep tam not alan Cihan Alptekin’i yakından tanımak için evine davet etti. “Laz uşağı” Cihan yaşasaydı belki önemli anayasa profesörlerinden biri olacaktı. Öldürüldüğünde 25 yaşındaydı. Tunceli’de yakalanıp işkenceyle öldürülen ıbrahim Kaypakkaya’nın elinden; Varlık, Papirüs, Soyut, Türk Dili gibi edebiyat dergileri düşmezdi. Türk dilinin yapısını, sözcük hazinesini, şiirdeki gücünü ve müzikalitesini araştıran şair Kaypakkaya öldürüldüğünde sadece 24 yaşındaydı. Kadir has kaçırılmış ve fidye alınmıştır. Yılmaz güney ile dostlukları vardır. Ve yılmaz güneye evinde tabanca hediye etmiştir. Bu konuda Kurtuluş dergisinde yazılar yazdı. "Yayın Politikamız" ve "Devrimde Sınıfların Mevzilenmesi" baslıklı yazılarda partinin devrim anlayışını formüle etti. Daha sonra bu görüşlerini "Kesintisiz Devrim I-II-III" adli broşürde daha açıklayıcı biçime sokarak, kesinleştirdi. Bu arada THK’nin şehir gerillası eylemlerini de planlayan Çayan, 12 şubat 1971'de Ankara'da Ziraat Bankası Küçükesat şubesi soygununa katildi. şubat 1971'de Hüseyin Cevahir, Ulaş Bardakçi, Ziya Yilmaz, Kamil Dede, ve Oktay Etiman'la birlikte ıstanbul’a geldi ve örgütün eylemlerine burada devam edilmesi için hazırlıklarda bulundu. 15 Mart 1971'de Türk Ticaret Bankası Erenköy şubesi soygununa katildi. Bunun ardından 4 Nisan 1971'de işadamları Mete Has ve Talip Aksoy'un kaçırılıp 400 bin liralık fidye alınması eylemini arkadaşlarıyla birlikte gerçekleştirdi. Bu arada Türkiye Halk Kurtuluş Partisi'nin tüzüğünü Münir Ramazan Aktolga'yla birlikte hazırladı. Ayni günlerde "ıhtilalın Yolu" adli parti bildirisini de kaleme alan Mahir Çayan, 17 Mayıs 1971 günü Israil'in ıstanbul Başkonsolosu Ephrahim Elrom'un kaçırılması eylemini Ulaş Bardakçi ve Hüseyin Cevahir'le birlikte gerçekleştirdi. 29 Mayıs 1971'de Hüseyin Cevahir'le birlikte kaldıkları evden kaçıp, sığındıkları bir baksa evde Sibel Erkan’ı alıkoydular. Burada güvenlik kuvvetleri tarafından kuşatıldılar. 1 Haziran 1971'de polisin açtığı ateş sonunda Hüseyin Cevahir öldü. ıntihara teşebbüs eden Mahir Çayan yaralı olarak ele geçti. Bir süre hastanede yatan Çayan, daha sonra tutuklanarak hakkında TCK'nin 146. maddesini ihlal etmekten dolayı dava açıldı. Mahir Çayan duruşmasının savunma aşamasında 29 Kasım 1971 günü Ziya Yılmaz, Cihan Alptekin, Ulaş Bardakçı ve Ömer Ayna'yla birlikte Kartal-Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçtı. Bir süre ıstanbul’da kalan Çayan, bu süre zarfında örgüt içinde bas gösteren anlaşmazlığı tartışmak üzere 12 Aralık 1971'de Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga ile görüştü. Ancak bu görüşmede bir sonuç sağlanamadı ve Çayan içerde oldukları süre içinde partinin çizilmiş olan stratejisini terk ettikleri gerekçesiyle Merkez Komitesi'ndeki bu iki arkadaşını suçladı. Daha sonra Genel Komite'deki diğer üyelerin de onayını ile Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga'nin THKP'den ihraç edilmelerini sagladi. Ocak 1972'de Istanbul'dan Ankara'ya gelen Çayan, burada Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)'yla birlikte bir eylem yapilmasi konusunda Ertugrul Kürkçü, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna'yla görüş birliğine vardi. Mart 1972'de Fatsa'ya gelen Mahir Çayan ve arkadaşları 26 Mart 1972'de Ünye'deki Radar Üssü'nde çalışan üç ıngiliz teknisyeni kaçırdılar. Bundan sonra ıngilizlerle birlikte Niksar'in Kızıldere köyüne gelen Mahir Çayan ve arkadaşları, gizlendikleri evi kuşatan T.C Askerleri ile girdikleri çatışma sonunda Türkiye devrim tarihine direnme ve teslim olmama geleneğini kazandırarak silah arkadaşları ve yoldaşlarıyla birlikte 30 Mart 1972'de şehit düştü. Kızıldere olmasaydı, belki hiç kimsenin hatırlamadığı bir kuramsal jimnastik olarak kalacaktı. Mahir’i mahir yapan, teorik, politik ve askeri liderliği birleştirmesidir işte bu sol için MAHİR Türkiye’nin CHE guverasıdır. 16 Ağustos 1971 pazartesi günü 26 arkadaşı ile birlikte İstanbul 3 No’lu Askeri Mahkemede yargılanmaya başlanan THKPC üyeleri kendilerini Mahir Çayan’ la birlikte “27Mayıs Anayasını savunan Milli Kurtuluşçu Sosyalist aydınlar” olarak tanımlarlar. Mahir Çayan da savunmasında 20 Eylül 1921 tarihli Aydınlık’ ta Şefik Hüsnü’ nün yazdığı yazıda Marksistlerin Kemalistlerle olan ittifakına gönderme yaparak bu ittifakın doğruluğunu belirtmektedir. Ve ilave ediyor, “…bugün olduğu gibi I.Kurtuluş Savaşı sıralarında da Milli Kurtuluşcular ile – aynı zamanda Milli Kurtuluşçu olan- Marksistler arasında zıtlık yoktur, tam tersine, aynı hedef doğrultusunda bir güç birliği vardır.” O dönemde ki mücadelenin hedefiyse bugün olduğu gibi “ Tam Bağımsızlıktır”, görüşüyle 1920’ lerin mücadelesiyle 1970’ lerin mücadelesinin ortak paydasını vurgulamaktadır. Kuvayı Milli için de tam bağımsızlığı hedef alan ve bunun için, Tam Bağımsız Türkiye kurulana kadar savaşan, öngördüğü rejimin milli, laik cumhuriyet olduğunu belirten Mahir Çayan, bu tanımının devrimci Mustafa Kemal’ e ait olduğunu, kimi reformistlerin farklı düşündüğünü belirtmektedir. “Gazi Mustafa Kemal’ in önderliğinde I.Kuvayı Milliye’ nin zaferiyle birlikte dünyada mazlum ulusların, emperyalist boyunduruktan kurtulmanın yolunun halk savaşlarıyla olabileceği belirterek, Kurtuluş Savaşının’ da bütün bir ulusa ve halka [Ya İstiklal, Ya Ölüm] şiarını benimseterek istiklali tam Türkiye bayrağı altında ulus örgütlendirilerek, bir Halk Savaşıyla emperyalist boyunduruk kırılmıştır.” diyen Mahir Çayan, kayıtsız koşulsuz olarak Mustafa Kemal’ e ve Kurtuluş Savaşının ilke ve amaçlarını tümüyle benimsediğini ve THKPC Hareketinin de bu yolun izleyicisi olduğunu belirtmektedir. “…tekke,zaviye, v.b. feodalizmin üstyapı kurumlarının kapatılması, laisizmin esas alınması, fosilleşmiş ilişkilere karşı alınan tavrı” olumlu olarak görmektedir.(S.57) 1923 koşullarında iktisadi çözümler konusunda belirtilen tam bağımsızlığın içeriğini iktisadi anlamda da tam bağımsızlık olarak gören M. Çayan bu anlayışın 1971’ de de geçerli olduğunu belirtiyor. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesini “ Türkiye Tarihinde tam bir dönüm noktası” olmakla niteleyen Çayan Demokrat Parti’ nin politik iktidarı ele geçirmesinin anti-Kemalist, karşı devrimin zafere erişmesi olarak belirler ve devam eder: “Kemalistlerin iktidarları döneminde sindirilmiş, pusturulmuş olan feodal ideolojiler, bir anda hızla gelişmiş, görülmedik bir yayılma alanına sahip olduğunu” belirtirken bu günler için ne derdi acaba? Anti-Kemalist karşı devrimin kökleştiği dönem olarak görülen DP iktidarı, bünyesindeki devrimci- milliyetçilerin büyük çoğunluğunu barındıran Türk Ordusu’ nu Kemalist, ilerici niteliğine de yine bu iktidar sürecinde müdahalelerde bulunulduğunu örnekleriyle ortay koyar. Mahir Çayan, Ordu ve Bürokrasi içindeki devrimci-milliyetçilerin DP’ nin anti-Kemalist karşı devrimine kırmızı ışık yaktıklarını ve 27 Mayın 1960’ da hakim ittifakın partisi DP’ nin alaşağı edildiğini belirterek 27 Mayıs Devrimi konusunda ki görüş ve anlayışını da ortaya koydu: “Türkiye devrimler tarihinde oldukça önemli ve şerefli bir yere sahip olan 27 Mayıs Devrimi, yerli hakim sınıflara karşın, ordu ve bürokrasi içindeki aydınların, ilerici, milliyetçi bir hareketidir.” II.Milli Kurtuluşcu (II.Kuvayı Milliye) akımının tam bağımsızlığı savunmasında ittifaklar olarak sosyalistlerle asker sivil aydın zümrenin sol kanadını oluşturan Kemalistler bileşiminin olduğunu belirten Mahir Çayan bu bileşiminin hedefinin Milli Demokratik Devrim olduğunu, 1919 da başlayan Anadolu ihtilalini tamamlamakla” yükümlü olduklarını açıklar. (S.113) “Milli Kurtuluşcular” kavramını sık sık kullanan ve THKPC’ yi bu şekilde niteleyen Mahir Çayan 1970’ ler dünyasında bir ulusun bağımsız olarak yaşayabileceğini inkar eden vatan-millet kavramlarından yoksun kozmopolit aydınları eleştirir. Gazi Mustafa Kemal’ in emperyalizme ve kapitalizme karşı savaş açmasına rağmen sosyalist olmamasını iç ve dış dinamiklere bağlayan Mahir Çayan, bu nedenden ötürü hiçbir sosyalist O’nu kınayamaz, yargılayamaz diyor ve ilave ediyor “O’ nun o ortamda anti-emperyalist ve anti-feodal düşünce ve aksiyon içinde olması bile önemli bir şeydir.” “…uluslaşma ve ulus olma aşamasında ki bi ülkede sosyalist bir liderde bundan başkasını yapamaz.” Der. Mustafa Kemal Atatürk için savunmasında şu önemli betimlemeyi yapan Mahir Çayan: “O, dünyada ilk defa zaferle sonuçlanmış bir halk savaşının büyük bir lideri, mazlum ulusların emperyalistleri alt edebileceğini ilk defa gösteren bir ihtilalci olarak cephelerden cephelere vatan müdafası için geçen hayatından dolayı sosyal sistem ve doktrinleri incelemeye zaman bulamadığını” kaydeder. Mustafa Kemal’ in vatanseverlik ateşinin O’ nu mutlaka sosyalizme de götüreceğini belirten Mahir Çayan bu gibi devrimci önderlerin bağımsızlığı esas alan uluslarının kapitalist olmayan kalkınma yolundan yavaş yavaş sosyalizme götüreceğini açıklamasına ekler. “Mustafa Kemal sapına kadar ihtilalcidir. O … emperyalizm ve levantenleri tamamiyle tasfiye etmiş, hilafeti teokratik yönetim v.s. gibi feodalizmin üst yapı kurumlarını paramparça ederek Milli ve Laik Türkiye Cumhuriyeti’ ni kurmuştur” diyerek Cumhuriyet ve devrimlerin esas çizgisini ortaya koymuştur. 1950’ de Demokrat Parti’ nin iktidara gelmesi Anadolu İhtilali’ nin sonu, karşı devrimin ise zaferidir diyen Mahir Çayan Savunmasında Kemalizm konusunda ki eleştirilere yanıt veren Mahir Çayan, Kemalizm’ i bir burjuva ideolojisi olarak görmenin yanlışlığını ortaya koyarken, Kemalizm’ in anti-emperyalist ve anti-feodal bir tavır alış olduğunu belirterek “Kemalizm’ in sağı solu olmaz” diyor ve devam ediyor “Kemalizm soldur, Milli Kurtuluşculuktur, emperyalizme karşı isyan bayrağıdır. Milli Kurtuluşcu bir tutum yansıtması açısından bizler sapına kadar Atatürkçüyüz. O’ nun Milli Kurtuluşculuk bayrağını, hayatımızda dahil her şeyimizi ortaya koyarak biz dalgalandırıyoruz.” diyerek devam ediyor ve “Sosyalizmi Kemalizm’ in öngördüğü anti-emperyalist ve anti-feodal tavır alışı, bizatihi içinde taşımaktadır. Bir başka deyişle Anti-emperyalist, anti-feodal ve anti-kapitalist bir ideolojidir. Bu nedenle ülkemizde sosyalistler gerçek anlamda Atatürkçü bir tutum içindedirler. Bu yüzdendir ki emperyalizmin işgali altında olan ülkemizde sosyalist olmadığı halde, Kemalist tutum içinde olanlarla sosyalistler arasında bir zıtlık yoktur. Aksine tam bir kader birliği vardır. Çünkü II.Milli Kurtuluş Savaşımız bu iki gücün ortak ittifakıyla zafere erişecektir” derken günümüzünde ittifak anlayışını ve çözümün bileşenlerinin ne olduğunun çerçevesini çizmektedir. 12 Mart Muhtırasal Darbesinin hedefii açıklarken jeo-politik bakımdan Ortadoğu’ nun en önemli halkası durumunda bulunan Türkiye’ de ki sola kayışı, Milli Kurutuluşcu eylemi önlemek, böylece emperyalizmin mutlaka elde tutmak istediği bu kilit potansiyel bölgeyi (Türkiye’ yi) yeniden tahkim etmek; ABD emperyalizminin… Ortadoğu’ da tampon bölgeler kurmak ve bu bölgeleri kesinlikle elinde tutmak amacında” olduğunu, bu nedenle Türkiye’ nin ABD emperyalizmi açısından çok önemli özellikler taşıdığını savunmasında ortaya koyan Mahir Çayan 40 yıl içinde çok önemli gelişmeler olmasına karşın ana strateji ve çizgi açısından 2000’ li yılları da görmüştür diyebiliriz. Mahir Çayanda “…bizim yolumuz hayatı da dahil olmak üzere her şeyini ortaya koyarak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün Ya İstiklal Ya Ölüm parolasını kendisine şiar edip, Tam Bağımsız Türkiye için bitmemiş olan Anadolu ihtilali için savaşanların yoludur. Bugün, Mustafa Kemal’ in yükselttiği < İstiklali Tam Türkiye> bayrağı bu yolu seçmiş olan sosyalist ve gerçek Kemalist Milli Kurtuluşçuların ellerinde dalgalanmaktadır” diyerek ideolojisinin esasını ortaya koymuştur. Mahir Çayan’ın bence en büyük hatası, ne şu ne de bu, örgütünün mensubu yüzbaşı İlyas Aydın’ın ölümüne yol açan mesnetsiz bir açıklamada bulunmuş olmasıdır. İsrail Elçisi Efraim Elrom’u, rehin alındıktan sonra vuran ya da vuranların kesin olarak idam edileceğini düşündüğünden (o sırada henüz Maltepe Cezaevi’nden kaçış örgütlenmemişti) suçu, yakalanmamış bir arkadaşa atmayı tek çare olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Bu, devrimcilerin zaman zaman başvurdukları bir çaredir; işkenceden ya da ölümden kurtulmak için suçu yakalanmamış arkadaşlarının üzerine yıkarlar; bu kadarı o koşullarda hoşgörülebilir bir şeydir. Ne var ki Mahir, bunu yaparken aynı zamanda İlyas Aydın’ın MİT ajanı olduğunu ileri sürmüştür. Buna gerçekten inanıyor muydu, yoksa eylemi bir “MİT ajanının” sırtına yıkarak devletin kafasını mı karıştırmaya çalışmıştı, bilemiyorum ama sonuçta, tamamen suçsuz olan İlyas Aydın sığındığı Filistin’de, o sırada orada bulunan birkaç vicdansız işgüzar tarafından, Mahir Çayan’ın beyanlarına dayanılarak sorgulandı, işkence edildi ve sonunda nahak yere kurşuna dizildi. CEZAEVİNDEN İDAM ÖNCESİ DENİZ GEZMİŞİN BABASINA MEKTUBU Baba Mektup elinize geçtiği zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin dersem yinede üzüleceğinizi biliyorum.Fakat bu dudumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler, Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben erken. gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım, hiç bir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın, oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir. 0 bu yola, bilerek girdi ve sonun da, bu olduğunu biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye'de yaşayan Kürt ve Türk halklarının. da, anlayacağına inanıyorum. Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı v erdim. Ayrıca savcıya da, bildireceğim. Ankara'da 1969'da ölen arkadaşım.Taylan Özgür'ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul'a. götürmeye kalkma. annemi teselli etmek sana düşüyor, kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et: Onun bilim adamı olmasını istiyorum, bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da, bir yerde insanlığa hizmettir, Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi, abimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarım Oğlun Deniz Gezmiş YUSUF ASLAN’IN MEKTUBU Sevgili Babacığım Bu mektubu aldığın zaman ben ebediyen bu dünyadan göç etmiş olacağım.Ne kadar sarsılacağınızı tahmin ediyorum,Bir buçuk seneden beri benim yüzümden nasıl üzüntü içinde oluğunuzu malum. Bu son olayı da metanetle karşılamanızı sadece dileyebiliyorum. Babacığım bu olayda da, annemin ve Yücel'in senin tesellilerine ve desteklerine ihtiyaçları çok. Bununun için ne kadar metin olursan, hem senin sağlığın için,hem de onlar için o kadar iyi olur. Elbette ki, yıllarca emek verip yetiştirdiğin bir oğulun, bir günde öldürülmesi kolay göğüslenecek bir olay değildir. Fakat siz benim ne için, kimlere karşı mücadele verdiğimi biliyorsunuz. Ben bu açıdan rahat ve vicdan huzuru içinde gidiyorum. Sizlerin de bu bakımdan rahat ve huzur içinde olduğunuzu ve olacağınızı biliyorum. Babacığım, annemin ve Yücel'in senin desteklerine muhtaç olduklarını yukarıda söylemiştim. Onları rahat ettirmek için bütün gücünü kullanacağından zaten eminim. Babacığım burada şunu ilave edeyim ki, Yücel'in hastalığından. kendimi sorumlu hissediyorum. Yücel için her şeyinizi ortaya koyacağınız konusunda da kuşkum yok. Ablamlar için söyleyeceğim; fazla üzülmesinler, olayın sarsıntıları geçtikten sonra normal hayatlarını devam ettirsinler. Mehtap'a ne diyeyim... Benim için her zaman bol bol öpün. Babacığım, cezaevinde kalan arkadaşları ara sıra yoklarsan, hallerini hatırlarını sorarsan çok memnun olurum, Her birisi oğlun sayılır. Dışarıda bizler için. Uğraşan dostlarımı ve dostlarını unutmayacağını biliyorum. Mektubum burada biterken sizi, annemi, Yücel'i, ablamı, Aziz abiyi, Mehtap'ı hasretle kucaklarım, babacığım... Sağlıcakla kalın. Hoşca kalın. T.Yusuf aslan . HÜSEYİN İNAN’IN MEKTUBU Babama,Anneme, Kardeşlerime ve Yakın Akrabalarıma, Söyleyecek fazla söz bulamıyorum. Bir insanın sonunda karşılaşacağı tabii sonuç, bildiğiniz sebeplerden dolayı erken karşıma çıktı. Üzüntü ve acınızı tahmin ediyorum. İleride durumumu çok daha iyi anlayacağınız inancındayım. Metin olunuz. Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız. Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selamlar, sevgiler!... Yazılacak çok şey var, fakat hem mümkün değil,hem de sırası değil Candan selamlar ... 5 Mayıs 1972 Hüseyin İNAN. Türkiye hukuki bakımdan, 1960’tan beri kaos içindedir. Hukuki bakımdan bir gelişme yok. Yani hukuk aynı yerinde saymış hatta daha geri gitmiş. Bu iş böyle. Her zaman kaos. Rahmetli (Ali Fuat) Başgil 61 seçimlerinde aday oldu, adamı zorla bindirdi gönderdiler geri. -Darbe yapılıyor, gerilim azalıyor, sonra tekrar artıyor. O şundan. Alışkanlık hâline geldi ya. Yani ikbal peşinde koşan insanlar artınca, tansiyon artıyor. Aslında değişen, gelişen bir şey yok. Türkiye’deki müdahalelerin bana göre özü 27 Mayıs’tır. Çünkü 27 Mayıs durdurulabilirdi de. Seçimle iktidar el değiştirebilseydi belki de bu darbelerin hiçbiri olmayacaktı. Çünkü bu alışkanlık hâline geldi. -Cesaret aldılar. . Siyasiler omurgasız hâle geldi. Dik duramadı. Yani darbeyi yapanlar hiçbir karşılık görmediler. Bütün darbelerin sebebi budur bana göre. Ama 60 darbesi durdurulabilseydi ki bunda DP’nin büyük suçu vardı. Ali Fuat Başgil’in bir sözü vardır: “İktidar tecezzi (bölünmez) etmez.” Hatta bu Anayasa Mahkemesi başlı başına bir güç. Hatta eski adalet bakanının bir sözü vardır. Der ki “Siz bilir misiniz, Anayasa Mahkemesi’nin bir üyesinin özgül ağırlığı Meclis’in yarısına bedeldir.” 80 darbesinin ayak esleri açıkçası belli idi. O kadar belli idi ki Kenan (Evren) Paşa Amerika’dan geldi, havaalanında ‘Hâlâ reisicumhuru seçmediniz mi?’ dedi. Hiç kimse de çıkıp ‘Seni ne ilgilendirir?’ diyemedi, demedi. Yani bir reisicumhurun seçilip seçilmemesi darbe konusu olur mu? Eski İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, Ağca’nın sorgulanmasının önünün kesildiğini söyleyip Necdet Ürüğ’u işaret etti. İpekçi’yi Ağca’nın öldürdüğüne pek inanmıyorum. İpekçi öldürülüyor, Ağca cezaevinden kaçıyor yurt dışına. Dil bilmez biri. Nasıl eder, ne yapar, ne yer, ne içer? Yani kullanılmış bir adamdır. Güneş ‘İpekçi cinayetinin darbeye zemin için yapıldığını’ söyledi. . Gerginlik olsun diye. Türkiye’deki darbeler hep böyle oluyor. Yani bir yere kadar gerginlik oluşturacaksınız. Uğur Mumcu’nun, Doğan Öz’ün, Abdi İpekçi’nin öldürülmesi… Şimdi en çarpıcı olay şu. Yıllardan beri komünist denen adam Doğu Perinçek, belli bir yerde ulusalcılarla bir araya gelmiş. Nasıl gelir? siz 28 Şubat’ı düşünün. Türkiye’de en karanlık dönemlerden biridir. Siviller daha çok sorumlu. Zaten Süleyman Demirel kendisi söylüyor. ‘28 Şubat’ı ben organize ettim’ diyor. Ve bu açık seçik darbedir. Hiç şeyi yok bunun. 1971’de müdahale ediliyor. O zaman da Cevdet Sunay reisicumhur. Meclis yerinde duruyor, hükûmeti seçmiş. Ona güvenoyu vermiş. Birileri geliyor, o hükûmete diyor ki ‘kalk.’ Demirel var hükûmette. Kalkıyor. Nihat Erim’i bir gecede tarafsız hâle getiriyorlar. Aynı Meclis bu defa Nihat Erim’e biat ediyor. Böyle bir şey var mıdır ya. Türkiye demokratik hukuk devletidir. Neresi hukuk, neresi demokrasi bunun? ”Anayasayı tebdil ve ilgaya teşebbüs” ettikleri gerekçesiyle , Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin ınanı astılar. Ne yaman bir çelişkidir ki, Denizler “tebdil ve ilgaya teşebbüs” ettikleri iddia edilen 27 Mayıs Anayasasını son nefeslerine kadar savundular. Asıl, 27 Mayıs Anayasasını “tebdil ve ilgaya teşebbüs edenler”, hatta “tebdil ve ilga edenler” 9 Martı tetikleyenler, 12 Martçılar ise yargılanmadılar bile. Her iki hareketinde içerisinde yer alan dönemin Genel Kurmay Başkanı Faruk Gürler de; Hava Kuvvetleri Başkanı Muhsin Batur da cezalandırılmak bir yana yönetime getirildiler. “Devrimci cunta” yapacağız diyerek, sanal bir cunta ortamı hazırlayarak, birtakım sivil ve asker devrimciyi oyuna getirerek, tespit ve tasfiyelerini sağlayan “sahte solcular” Orhan Kabibay’lar, şadi Koçaş’lar ve diğerleri ödüllendirildiler. Türkiye'nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum. Bağımsızlık düşüncesini mezara kadar götüreceğiz,” Diyen, DENİZ GEZMİŞ ve arkadaşları asılmışlardır.