DÜNYACA ÜNLÜ TÜRK ŞAİRİ NAZIM HİKMET 122 YAŞINDA
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim... NAZIM HİKMET
Nazım Hikmet Türkiye’nin en önemli şairlerinden, Dünya ölçeğinde tek şairimizdir. Şiir’leri Dünya’nın 163 diline çevrilmiş. Eserleri seslendirilmiş, kitapları milyonlarca satmış, Türkçeyi en güzel kullanan büyük bir Şakir’dir. Büyük şairler. Yalnız edebiyat tarihlerine derin, zor değişir çizgiler çizmekle kalmazlar. Onlar, insanlık tarihinde de derinlemesine değişikliklere yol açabilecek düşünceler üretirler.
Her şair kendi döneminin ruhunu taşıyan bir varlıktır. Nâzım Hikmet de Osmanlı coğrafyasında 1900‟ün ilk yıllarında doğanların savaş acısını, Kurtuluş Savaşı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sancılarını yaşayanların kaderini paylaşır. Nâzım Hikmet, Osmanlı İmparatorluğu’nda birçok örneği görülen kozmopolit bir aileye mensuptur. Doğal olarak Nâzım’ın gelişmesinde bu ailenin mensupları büyük rol oynamıştır.
Nazım Hikmet Türk edebiyatının en çileli şairidir. Onun çilesi, sanatla ve kendi kendisiyle hesaplaşması, bağlandığı politik öğreti yüzünden uğradığı haksızlıklar, baskı ve acılardan ayrı tutulmaz. Ülkemizdeki politik yapıdan dolayı özellikle unutturulmak istenmiş, adı edebiyat antolojilerinden, edebiyat tarihlerinden kazınmıştır.
Nâzım Hikmet şiirlerinde vatan, vatan hasreti, tarih, millet, savaş, savaş acıları, açlık, kahramanlar, şehitler, merhamet, barış, köy, şehir, işçilerin gücü, hapishane, aşk, sevgi, özlem, ayrılık, gönül kırgınlığı, hayat, gündelik yaşam, doğa, insan sevgisi, kadın sevgisi, çocuk sevgisi, yaşlılık, hastalık, ölüm, ay, kozmos, uyum, paylaşma, düş, umut, iyilik, iyimserlik ve ülkü konuları belirgindir. Şiirlerinde işlediği konular aslında şairin düşünsel, siyasal, kültürel ve duygusal hayatını yansıtır.
Nazım’ın Türk diline bakışını şöyle yazmıştır. “ Dünyanın en iyi insanlarından olan Türk halkını ve dünyanın en güzel dillerinden biri ve belki de en başta gelenlerinden olan Türk dilinin yabancı diyarlarda tanınmasına vesile olabilmek, ömrümün en büyük, sevinci ve şerefi olur. Bir köylü toprağını ve öküzünü, bir marangoz tahtasını ve rendesini nasıl severse ben de Türk dilini öyle seviyorum.”
Konya valiliğine (1908) tayin edilen Nazım paşa torunu Nazım Hikmet ile Konya’da olduğu dönemde ilk şiirini Mevlana’ya yazmıştır.
BENDE MÜRİDİNİM İŞTE MEVLANA
Sararken alnımı yokluğun tacı
Silindi gönülden neşeyle acı
Kalbe muhabbette buldum ilacı
Ben de müridinim işte Mevlana
Ebede set çeken zulmeti deldim
Aşkı içten duydum, arşa yükseldim
Kalpten temizlendim, huzura geldim
Ben de müridinim işte Mevlana.
1917- 1919 da Bahriye mektebini bitiren Nazım Hamidiye kruvazörüne stajyer güverte subayı olarak atandı. Zatülcenp hastalığına yakalanmış tedaviler tekrarlanmış ancak sağlık durumu Deniz subayı yapabilecek duruma kavuşmadığı görülerek sağlık raporu ile Askerlikten çürüğe çıkarıldı.
Arkadaşı Vala Nurettin ile rusyaya üniversite eğitimine gitti. Yurda döndüğünde yazdığı şiirler nedeniyle çeşitli yargılamalar sonucu 38 Yıl hapse mahkum edildi 13 yıl hapis yattı dört defa evlendi.
“o duvar
O duvarınız,
Vız gelir bize vız!
Bizim kuvvetimizdeki hız,
Ne bir din adamının dumanlı vaadinden,
Nede bir hülyanın gönlü yakışındandır.
O yalnız
Tarihin o durdurulmaz akışındandır.”
En ünlü şiirleri Bir kitap olarak yayınlanan kuvayı milliye destanıdır. Kore savaşına karşı çıkarak menderes hükümetine ağır eleştiriler yöneltmiştir.
Ekim 1951'de Moskova’da şu şiiri yazacaktır.
“Bacımınkiler gibi gök gözlü şehrim,
İstanbul`um
Seni düşünüyorum.
Oturmuşum deniz kıyısına,
Bakıyorsun limana giren Amerikan zırhlısına.
Hastasın, açsın, öfkelisin.
O da bakıyor sana,
Hem de nasıl,
Efendinmiş,
Patronunmuş,
Sahibinmiş gibi it oğlu it.”
Şiirleriyle meydan okuyan bir kişiliğe sahipti. Menderes Hükümetinin affıyla cezaevinden çıktı. Oğlu Mehmet dünyaya geldi. . Nazım işsizdir. Müracaat ettiği tüm kapılar kapalıdır. Dedesi Nazım paşa para pul bırakmadan ölmüştür. Sağken üç ayda 75 lira aylıkla geçinirdi. Zekeriya Sertellerin çıkardığı Resimli ay dergisine müracaat etti. Şiirler yazıyor, tercümeler yapıyor, matbaada çalışıyor hayatını kazanıyordu.
Nazım “Alman faşizmi ve ırkçılığı “ kitabını 1936 yılında çevirir. Bu kitap Alman ajanlarını ve Alman ırkçılığını savunanları Nazıma düşman etmiştir. İnsanları saçlarına, deri renklerine ve kafataslarının çapına göre ayıran bu kitap üstün ırk söylemini ve Almanya’nın sömürü imparatorluğunun ve ikinci Dünya savaşının hazırlıklarını deşifre etmişti. Ortadoğu’yu Pazar haline getirmek isteye Almanya Tiysen, krup, Deustçe bank ülkemize girmiş, Babailiğe hâkim patronlar gazeteleri bunlara peşkeş çekmişlerdi. Üniversiteler bilim adamı kılığında sızmışlardı. Sol düşüncelileri sivil mahkemeler idam etmemişler askeri mahkemelerde yargılatacaklarını söylemeye başladılar.
MEMLEKETİMİ SEVİYORUM
Memleketimi seviyorum:
Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım.
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
Memleketimin şarkıları ve tutunu gibi.
Memleketim:
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
kursun kubbeler ve fabrika bacaları
benim o kendi kendimden bile gizleyerek
sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.
Memleketim
Memleketim ne kadar geniş:
dolaşmakla bitmez tükenmez gibi geliyor insana.
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum
ve güneye
pamuk isleyenlere gitmek için
Toroslardan bir kere olsun geçemedim diye
utanıyorum.
Memleketim:
develer, tiren, Ford arabaları ve hasta eşekler,
kavak , soğut ve kırmızı toprak.
Memleketim.
Cam ormanlarını, en tatlı suları ve
dağ başı gollerini seven alabalık
ve onun yarim kiloluğu
pulsuz gümüş derisinde kızıltılarla
Bolu'nun Abant golünde yüzer.
Memleketim:
Ankara ovasında keçiler:
kumral, ipekli, uzun kürklerin parıldaması.
Yağlı, ağır fındığı Giresun'un
Al yanakları mis gibi kokan Amasya Elması,
zeytin, incir, kavun ve renk renk salkım salkım üzümler
ve sonra kara saban
ve sonra kara sığır:
ve sonra: ileri, güzel, iyi
her şeyi
hayran bir çocuk sevinci ile kabule hazır
çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım
yari aç, yari tok
yari esir...
NAZIM HİKMET.
Nazım Hikmet’in getirdiği eleştiriler sadece Menderes ile sınırlı kalmamış, o dönemdeki siyasi gücü temsil eden önemli her karaktere yönelmiştir:
Biliyoruz,
Tutmuş elinden Amerikan:
Yürü ya Refik kulum, demiş
Ve Refik Bey yürümüş,
Göbeği kendinden bir karış önde,
Diz kapaklarına kadar kana batarak,
Millî şerefimizin kemikleri üstünde.
Biliyoruz, biliyoruz
Bu vatanın anasını ağlatan
Bir İsmet, bir Adnan, bir de Koraltan.
(NHR, Refik Koraltan, 1959).
Polis bir türlü peşini bırakmıyordu. Kapısının önünde daima bir cip bekliyor, gittiği her yerde gölgeler onu izliyordu. Bu arada kitaplarını bastırmaya çalışıyordu. "Kuvayı Milliye"nin yayın hakkını bir yayınevi satın almıştı, ancak kitap bir türlü yayınlanmıyordu. Piyeslerini oynatacak tiyatro ise hiç bulunmuyordu. Bu sırada Kadıköy Askerlik Şubesi'ne çağrıldı. Ona askerliğini yapmamış olduğu, hemen sevk edilmesi gerektiği bildirildi. Sağlık kuruluna sevkettiler. 50 yaşındaki Nazım Hikmet Bahriye Mektebi'ni bitirdiğini, güverte subaylığı yaptığını, hastalanarak çürüğe çıkarıldığını söylemesi üzerine elinden bir dilekçe alınarak serbest bırakıldı.
Birkaç ay sonra tekrar şubeye çağrılarak kendisine Sivas'ın Zârâ ilçesine gitmeye hazırlanması söylendi. 1928-1932 yıllarında askere almamışlardı, 1934-1938 arasında almamışlardı. Sabahattin Ali’ye kurulan tuzak Nazım’a kurulmuştu İsteği üzerine Haydarpaşa Hastanesi Sağlık Kurulu'na gönderildi. Kurula on ay önce Cerrahpaşa Hastanesi'nden aldığı, kalbinden, ciğerlerinden rahatsız olduğunu gösteren raporları sunduysa da askerliğini engelleyecek bir durumu olmadığı kararına varıldı.
Bu arada kendisini muayene eden doktor Binbaşı kulağına bu işin sonunu iyi görmediğini fısıldadı ve “ Güneşin altında yarım saat ayakta kalırsan ölürsünüz. Fakat sıhhatinizin iyi olduğunu bildiren bir belge imzalamaya mecburum” demiştir. Şubeden hazırlıklarını yapmak için bir haftalık izin aldı. 17 Haziran 1951 sabahı, askerlik işini düzeltmek amacıyla Ankara'ya gideceğini söyleyerek evden ayrılan Nâzım Hikmet'in 20 Haziran 1951'de Romanya'ya vardığı Bükreş Radyosu'ndan öğrenildi.
Sonradan yazılanlara göre, akrabası olan Refik Erduran'ın kullandığı bir sürat motoruyla İstanbul Boğazı'ndan Karadeniz'e açılmış, Bulgaristan sahillerine çıkmayı amaçlarken, yolda rastladığı bir Rumen şilebiyle Romanya'ya gitmişti. Aradenizin hırçın dalgaları ile boğuşup Romen şilebi kendisini gemiye çıkardıklarında Kamarada büyük bir Afiş vardı. Kendi resmi olan afişte “Nazım Hikmet’i kurtarınız” yazıyordu.
Moskova’da Nazıma maaş bağlandı. Şoför ve ev verildi, yazarlar birliğine üye oldu.. Nazımın arkasına bir rehber taktılar ve gece ,gündüz takip ettiler. Nazım bu takipçi için bazen pasaportum, bazen de gölgem derdi.
VASİYET
Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan beyin vurdurduğu
ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani 1953, 27 nisan Barviha Sanatoryumu
3 Haziran 1963… Pazartesi… Sabah… Nazım peredelkinosunun (sanatçının çalışma yaptığı ve ömrünce yaşayacağı ev) kapısına bırakılan gazeteleri almak için kapıyı açar… Eğilir… Saat henüz 07.00 civarındadır. Kalbi sıkışır Yüreği duruverir Nazım’ın. Elinde gazeteler, sırtı, kapatamadığı kapıya yaslanmış da orada oturuyormuş gibi huzurlu bir ifadeyle… ölüverir koca şair. Açtığı kapıdan ölümünü alır içeri 3 Haziran 1963’te.
Nazım Hikmet, aradan 58 yıl geçtikten sonra, Adalet ve kalkınma partisi hükümetinin yine bir Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye vatandaşı oldu. Bakanlar Kurulu'nun 5 Ocak 2009 tarihli ve Nazım Hikmet'in vatandaşlığının iadesini öngören kararı, Resmi Gazete’mde yayınlanarak yürürlüğe girdi. Nâzım Hikmet'i vatandaşlıktan çıkaran Adnan Menderes hükümeti bu kararı, şairin Resmi Sicil Kadı’nda yer alan "Mehmet Nazım Rana" adı üzerinden değil de takma adı olan "Nazım Hikmet Rana" adıyla alınmıştı. Nazım Hikmet'e, Mersin sisteminde de "20.753.206.252" numaralı vatandaşlık numarası verildi. Nâzım’ın T.C. Kimlik No’su: 20.753.206.252
İçişleri Bakanlığı, hakkındaki vatandaşlıktan çıkarılma kararı yürürlükten kaldırılan şair Nâzım Hikmet Rab’a T.C. kimlik numarası olarak 20753206252’yi verdi. Bu dünyada Nazım Hikmet geçti BAHRİ KILINÇEL